▪ İkili iktidar
▪ Fabrika komiteleri
▪ Kışlık Saray baskını
Devrimleri toplumların gündemine getiren, mevcut düzenin artık işleyemez hâle gelmesidir. Devrimler, toplumun çöküşe geçmesi karşısında yığınların can havliyle gidişata müdahale etmesiyle başlar.
Çarlık rejimi, 1917’ye girildiğinde, savaşın getirdiği ağır yıkımlara dayanamayarak çökmeye başlamıştı. Rejim, savaşa sürdüğü milyonlarca askerin iaşesini, donanımını artık sağlayamıyor, askeri cephede tutamıyordu. Cephelerde ağır zayiat veriliyor, bozgun havası yayılıyordu.
Muazzam miktarda işgücünün ekonomiden çekilip silah altına alınması, üretimde büyük düşüşlere yol açmıştı. Rus sanayii, Avrupa’nın ürettiği makinelere, yedek parçalara, mamul ve yarı mamul mallara bağımlıydı. Avrupa’dan mal gelişi aksadıkça üretimde sıkıntılar yaşanıyordu. Zaten yetersiz olan demiryolu ulaşımı askeri sevkiyat yüzünden sık sık kesiliyor, hammadde, petrol, kömür tedariki zorlaşıyordu.
Enflasyon, karaborsa, kıtlık gittikçe artıyordu. Halk yığınları umutsuzluk içindeydi. Ciddi bir açlık tehlikesi baş göstermişti. Şubat ortalarında Petrograd’ta sadece on günlük un stoku kalmıştı. Bunun üzerine şehir yönetimi ekmeği karneye bağladı. 16 Şubat günü haber duyulunca halk fırınlara, bakkallara hücum etti. Birkaç saat içinde satılacak mal kalmayınca dükkânlar kapandı. Öfkeli kalabalıklar camekânları kırdı, şehirde gerilim yükseldi.
Eski takvimle 23 Şubat’a rastlayan Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nde kadın işçilerin sokağa çıkması, devrimin kıvılcımını çaktı. Gösterilere grevdeki Putilov işçileri de katıldı. “Ekmek istiyoruz”, “Kahrolsun otokrasi”, “Kahrolsun savaş” sloganları hızla yayıldı.
Kadın işçilerin başlattığı hareketin bu kadar büyüyeceğini hiçbir devrimci örgüt tahmin edememişti. Devrim, devrimci örgütlere rağmen aşağıdan başlamıştı:
“Kadınlar gününün devrimi başlatacağı kimsenin aklına gelmemişti. Tek bir örgüt dahi o gün için grev çağrısı yapmamıştı. Hatta, en savaşkan bolşevik örgütlerden biri olan, işçi semti Vıborg’daki komite grevlere karşı çıkıyordu. Bu işçi bölgesindeki liderlerden biri olan Kayurov’a göre kitlelerin ruh hâli çok gergindi ve herhangi bir grevin açık çatışmaya dönüşme tehlikesi vardı. Komite, militan eylem için zamanın henüz olgunlaşmadığını düşündüğünden -parti yeterince güçlü değildi ve işçilerle askerler arasındaki ilişkiler zayıftı- grev çağrısı yapmamayı, onun yerine gelecekteki devrimci eylemler için hazırlanmayı kararlaştırmıştı.
“23 Şubat’ın arifesinde komitenin çizgisi buydu ve herkes bunu benimsemiş görünüyordu. Ama ertesi sabah, bütün direktiflere rağmen, kadın tekstil işçileri greve çıktılar ve destek vermeleri için metal işçilerine temsilciler gönderdiler. Kayurov, destek çağrısını bolşeviklerin ‘gönülsüzce’ kabul ettiklerini, menşevik ve sosyalist devrimci işçilerin de onları takip ettiğini yazıyor. …
“Hiç kimse ama hiç kimse 23 Şubat’ın otokrasiye karşı kararlı kalkışmanın başlangıcı olacağını düşünmemişti. Perspektifleri belirsiz ama her hâlükârda sınırlı bir gösteri olacağı konuşuluyordu.
“Velhasıl olan şudur ki, Şubat devrimi, devrimci örgütlerin direnişine rağmen aşağıdan başlatılmıştır. Kendi başlarına inisiyatif alanlar, proletaryanın en çok ezilen kesimi olan ve içlerinde hiç kuşkusuz pek çok asker eşinin de bulunduğu kadın tekstil işçileri olmuştur.” (L. Troçki, Rus Devriminin Tarihi, İng., c. 1, s. 74-75.)
25 Şubat’ta genel grev ilân edildi. İşçiler meydanlara aktı. Çarlık hükûmeti göstericilerin üstüne asker sürdü. Ama askerde itaatsizlik baş gösterdi. Hükûmet bunun üzerine polisi harekete geçirdi. İşçilerin direnişi geliştikçe, askerler de göstericilere katılmaya ve polisle çatışmaya başladılar. Petrograd yakınındaki Kronştadt adasında bulunan Baltık deniz üssünde isyan çıktı. İsyancı bahriyeliler, gemileri ve adadaki kasabayı ele geçirdiler.
Başbakan Prens Goliçin, 26 Şubat’ta Çar adına Duma’yı kapattı. Duma, karara uyup uymama arasında bocaladı. Bir ara çözüm olarak, 27 Şubat sabahı “Duma Geçici Komitesi” kuruldu. Duma Geçici Komitesi, başkentte düzeni sağlama görevini üstlendi.
Bolşevik parti Petrograd örgütü, devrim başladıktan sonraki ilk bildirisini ancak 27 Şubat günü çıkarabildi. Bildiri, “işçi sınıfı ve devrimci ordunun görevi, yeni rejimi, yeni cumhuriyet rejimini yönetecek bir geçici devrimci hükûmeti kurmaktır” çağrısı yaptı. (Aktaran: Marcel Liebman, Lenin’in zamanında Leninizm, İng., s. 118.)
27 Şubat akşamına doğru güçler dengesi hızla değişti, generallerin Çar İkinci Nikola’nın arkasında duramayacağı belli oldu. Duma’nın çalıştığı Tauride sarayı artık Petrograd Sovyeti’nin işgali altındaydı.
Duma Geçici Komitesi, Petrograd Sovyeti ile pazarlığa oturdu. 2 Mart günü sabaha karşı anlaşma sağlandı. Anlaşmaya göre Petrograd Sovyeti, ilhakçı olmayan bir barış ve demokratik reform yapması şartıyla, kurulacak geçici hükûmeti destekleyecekti. Bu arada İkinci Nikola’ya tahttan vazgeçtiğine dair bir kâğıt imzalatıldı ve 3 Mart’ta Prens Lvov başkanlığında geçici hükûmet ilân edildi.
İkili iktidar
Geçici hükûmet, ancak Petrograd Sovyeti müsaade ettiği kadar yetki kullanabiliyordu. Hükûmetin savaş bakanı Guşkov’un general Aleksiyev’e yolladığı meşhur mektup, bu durumu şöyle kaydeder:
“Geçici hükûmet hiçbir gerçek yetkiye sahip değildir. Buyrukları, ancak İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti’nin iradesine uygun olduğu ölçüde yerine getirilmektedir. Gerçek iktidarın en önemli unsurlarını, askeri kıtaları, demiryollarını, posta-telgraf ulaşımını elinde tutan odur. Geçici hükûmetin, Sovyet’in onun varlığını kabul ettiği ve bu varlığa izin verdiği ölçüde var olduğu açıkça söylenebilir.” (Aktaran: Marcel Liebman, Rus İhtilâli, çev. Samih Tiryakioğlu, s. 137.)
Geçici hükûmet, savaşı sona erdirecek, toprak reformu yapacak, üretimi ayağa kaldıracak bir siyasal güç yaratamadı. Devrimci dalga öylesine güçlü gelişiyordu ki, Mayıs başında hükûmete sol partilerden bakan alınması, 5 Temmuz’da sosyalist devrimci Aleksandr Kerenski’nin başbakanlığa getirilmesi halkı yatıştıramadı. Kerenski, devrimin ilerleyişi karşısında hükûmetin çaresiz kaldığını daha sonra şöyle itiraf edecekti:
“Şubat ile Ekim arasında, devrim dalgası bir sele dönüştü. Seli ne durdurabiliyor ne de yönlendirebiliyorduk.” (Aktaran: Marc Ferro, Bolşevik Devrimi, İng., s. 2.)
Rusya, 1917 Şubat devrimiyle, sermayenin hırpalanmakta olan sapkın toplumsal iktidarı ile yığınsal mücadelenin yaratmakta olduğu toplumsal iktidarı yan yana barındıran bir geçiş dönemine girmişti.
Sovyetler, fabrika komiteleri, mahalle konseyleri, kolektifler, inisiyatifler, kendi kaderlerini kendi ellerine almaya başlayan yığınların yaratmakta olduğu otonom iktidar organlarıydılar. Sovyetler, işçilerin, askerlerin ve kır emekçilerinin müdahale organları olarak bütün ülkeye yayılıyordu.
Sovyet toplantıları herkesin katıldığı, fikir alışverişinde bulunduğu, eğilimlerin berraklaştığı açık forumlar olarak işliyordu. İşçiler, emekçiler, askerler yan yana tartışıyor, herkes farklı kesimlerin sorunlarını birbirlerinden doğrudan öğreniyordu. Böylece mücadelenin yaşamın her alanını kapsayan çok boyutlu niteliği daha iyi kavranıyor ve genel mutabakatlar ortaya çıkıyordu. Sovyet toplantılarında varılan mutabakatlar, derhal mücadeleye yansıyor ve toplumsal pratik hemen dönüşmeye başlıyordu.
Cephelerin çöküşüyle birlikte bir milyondan fazla asker köye geri dönmüştü. Köylü sovyetleri kırdaki iktidar boşluğunu hızla doldurmuştu. Köylüler, kırdaki mülkiyet düzenini pratikte eleştirmeye, yani toprakları bölüşmeye girişmişlerdi.
Geçici hükûmet toprak işgalini yasadışı ilân etmişti. Ancak geçici hükûmetin kırda hiçbir yaptırım gücü yoktu. Köylü komiteleri, geçici hükûmetin suyuna gider görünüm altında, kırda fiilen otonomiyi hayata geçiriyordu.
Örneğin, 15 Mayıs 1917’de Penza bölgesinde toplanan köylü kongresini devlete rapor eden görevli, kır emekçilerinin duruma el koymasını şöyle anlatır:
“Komite, bir adam ve bir kadın öğretmen haricinde, okuma yazma bilmeyen köylülerden oluşuyor. Komite, toprak sahiplerini, kararlarına uymaya ve eğer bireysel köylülerin yasadışı işgallerinden kaçınmak istiyorlarsa mülklerini kendi iradeleriyle toprak komitesine vermeye çağırıyor.
“Komite, manastırların ve toprak sahiplerinin kendi topraklarının kendilerinde kalmasına müsaade edilen bölümünde, dışarıdan yardım almadan, kendi aileleriyle çalışmaları için gereken tarım araçlarını onlara bırakmaya karar verdi. Geriye kalan topraklar az topraklı köylülere dağıtılacak, fiyat toprağın kalitesine göre dört ile sekiz ruble arasında olacak.” (Aktaran: Marc Ferro, Bolşevik Devrimi, İng., s.118.)
Fabrika komiteleri
Sovyetler, daha ziyade, genel gidişatı ilgilendiren konularda siyaset yapıyordu. Fabrika komiteleri ise daha çok fabrika içi sorunlarla uğraşıyordu.
Fabrika komiteleri, ilk başlarda, fabrika yönetimlerine baskı yapma işlevi görüyordu. Ücretlerin artırılması, sekiz saatlik iş günü, çalışma koşulları, hastalık izinleri, tatiller gibi sorunlarla bakıyorlardı.
Geleceğin çalışma halk komiseri bolşevik Schmidt, fabrika komitelerinin ilk zamanları için şunları söyleyecekti:
“Fabrika komiteleri kurulduğu günlerde sendikalar henüz ortada yoktu ve bu boşluğu fabrika komiteleri doldurdu.” (Aktaran: Tony Cliff, Kuşatılmış Devrim, s. 118.)
Fabrika komitelerinin fabrika içi iktidarı güçlendikçe, yaşamın öteki alanlarını da etkilemeye başladı. Fabrika komiteleri giderek işçi semtlerinde toplumsal işlevler üstlendiler. Örneğin gıda dağıtımı, işsizlere iş, evsizlere ev bulunması, dara düşmüşlere yardım toplanması, komünal mutfakların, kreşlerin açılması, asayişin, adaletin sağlanması gibi işleri hep fabrika komiteleri hallediyordu.
Fabrika komiteleri, yığınsal çapta pratik eleştirinin içsel sürükleyişiyle, fabrikalarda sermayenin iktidarını sınırlayıcı konumdan üretimin yönetimini ele almaya doğru ilerlemeye başladı. Gidişat, fabrika komitelerinin üretim ve tüketim komünlerine doğru gelişmesi yönündeydi.
Fabrika komiteleri hareketinde, yepyeni bir dünya yaratma hedefi giderek belirginleşiyordu. Örneğin Putilov Fabrika Komitesi’nin 24 Nisan 1917 tarihli bildirisi şöyle diyordu:
“Belirli tesislerdeki işçiler özyönetim içinde kendilerini eğitirlerken, kendilerini fabrikaların özel mülkiyetinin ortadan kaldırılacağı ve üretim araçlarının işçi sınıfının eline geçeceği zamana hazırlamaktadırlar. Şimdilik sadece küçük ayrıntılarla uğraşıyor olsak da işçilerin uğrunda mücadele ettikleri bu büyük ve önemli amaç hep akılda tutulmalıdır.” (Aktaran: Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 26.)
Geçici hükûmet, fabrika komitelerini düzen sınırlarına çekmek amacıyla 23 Nisan 1917’de bir kararname yayımladı. Kararname, fabrika komitelerinin fabrika yönetimleriyle pazarlık yapma hakkını resmen tanıdı.
Hükûmet, fabrika komitelerini tanıma manevrasıyla, komitelerin fiilen elde ettikleri otonomiyi sınırlama amacı güdüyordu. Hükûmet, verdiği hukuki statü karşılığında, üretimin yönetimini ele almak istiyordu. Ancak hükûmetin bunu dayatacak fiili gücü yoktu. İşçiler kararnamenin asıl amacını derhal anladılar. Eğer hükûmetin ihsanlarına kapılırlarsa fiilen ellerinde bulundurdukları iktidarı kaybedecekleri açıktı.
30 Mayıs – 5 Haziran 1917 tarihlerinde Petrograt ve havalisi fabrika komiteleri konferansı yapıldı. Konferansa bölgedeki 400 bin işçinin 337 binini temsil eden delegeler gelmişti. Ana gündem maddesi fabrikaları hangi iradenin yöneteceği idi. Çünkü işçiler, üretimi fiilen yönetenin toplumsal gidişatı da yöneteceğinin bilincine varmışlardı.
Konferansta konuşan menşevik çalışma bakanı Skobolev’e göre sanayii devlet kontrol etmeli, işçiler de devlete yardımcı olmalıydı:
“Devrimin burjuva aşamasında bulunuyoruz. İşletmelerin halkın eline devredilmesinin bu aşamada devrime bir yararı olmayacaktır. … Sanayiin düzenlenmesi ve kontrolü belli bir sınıfın meselesi değildir. Bu görev devlete aittir. Devlete bu işi örgütleme çalışmasında yardımcı olma sorumluluğu, tek tek sınıfların, özellikle de işçi sınıfının omuzlarında duruyor.” (Aktaran: Tony Cliff, Lenin 2, “Lenin and Workers’ Control”, http://www.marxists.org/archive/cliff/works/1976/lenin2/ch12.htm)
Menşevik delege Dalin de aynı minvalde konuştu:
“Fabrika komiteleri sadece üretimin sürdürülmesine bakmalı, üretimi ve fabrikaları kendi ellerine almamalıdır. … Eğer fabrikayı sahibi terk ederse fabrika işçilerin eline geçmemeli, şehir idaresine ya da merkezi hükûmete geçmelidir.” (Aktaran: Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 50.)
Konferans çoğunluğu, işçi kontrolü mücadelesinin aşağıdan yukarıya doğru örülerek üretimin yönetimini üstlenecek kolektif bir irade yaratmasından yanaydı. Bolşevik delege Naumov çoğunluğun duygularına şöyle tercüman oldu:
“Kontrol yukarıdan bürokratik olarak değil, fakat aşağıdan demokratik olarak oluşturulmalıdır. Hepinizi bu misyonu üstlenmeye çağırıyorum. Sadece biz işçiler geleceğimiz için gerekeni yerine getirebiliriz.” (Aktaran: Carmen Sirianni, İşçi Kontrolü ve Sosyalist Demokrasi, İng., s. 55.)
Kışlık Saray baskını
1917 Şubat devriminden sonra polis teşkilatı dağılmıştı. İşçi semtlerinin güvenliğini Kızıl Muhafızlar sağlıyordu. Kızıl Muhafızlar’da görev alacak işçileri fabrika komiteleri belirliyordu. Fabrika komiteleri, kızıl muhafız görevine yolladığı işçilerin ücretini fabrika yönetimlerine ödetiyordu.
Ağustos’ta General Kornilov’un darbeye kalkışması üzerine, Petrograd Sovyeti ve fabrika komiteleri işçilere silah dağıttı. Hatta Vıborg fabrika komitesi, kendine bağlı bir askeri komite kurmuştu. Askeri komite, bölgesindeki Neva nehri köprülerini kontrol altına almıştı.
Kornilov darbesi bastırıldıktan sonra, geçici hükûmetin indirilmesi ve onun yerine bir sovyet hükûmetinin getirilmesi görüşü işçiler arasında hızla yayıldı. Yaklaşan Sovyetler kongresinin bir hükûmet kurması bekleniyordu. Sovyet hükûmeti işbaşına gelince, sanayide yönetimin fabrika komitelerine geçeceği düşünülüyordu.
Fabrika Komiteleri Merkez Konseyi, işçilerdeki bu hava doğrultusunda, Lenin’in ayaklanma önerisini destekledi. Petrograd Sovyeti, harekâtı yönetmek üzere Troçki’nin başkanlığında bir askeri devrimci komite kurdu. 25 Ekim sabaha karşı, fazla direnişle karşılaşılmadan Kışlık Saray basıldı, Kerenski hükûmeti devrildi.
Harekâtın sevk ve idaresinde, Askeri Devrimci Komite’yle uyum içinde fabrika komiteleri de görev gördü. Aynı gün öğleden sonra toplanan Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri İkinci Kongresi, Lenin’in başkanlığında kurulan Halk Komiserleri Konseyi’ne hükûmet görevi verdi.
Siyasal iktidarın fazla zorlukla karşılaşılmadan alınmasının arkasında, mülksüzlerin aylardan beri adım adım kendi toplumsal iktidarlarını örmüş olması yatıyordu.
1917 Şubat’ında başlayan devrim, mevcut üretim ilişkilerini esaslı bir yığınsal-pratik eleştiriye tâbi tutmuştu. Mülksüzlerin giderek yığınsallaşan saldırısı, sanayideki özel mülkiyeti geriletmiş, kırdaki 70 köylü sovyetinden 65’i toprağı fiilen bölüştürmüştü. Mülk sahibi sınıfların ekonomik iktidarının böylesine ağır darbelenmesi, onların siyasal güçlerini de alabildiğine zayıflatmıştı.
Öyle ki, sol sosyalist devrimci liderlerden Sergei Mstislavski’ye göre, 25 Ekim sabahı “iktidar yerde uzanmış yatıyordu, isteyen eğilip alabilirdi, … durup eğilmek ve onu yerden almak yeterliydi”. (Sergei Mstislavski, “Five Days which Transformed Russia”, 1923, http://www.struggle.ws/rbr/freerev.html)