▪ Değerin büyüklüğü
▪ Değeri dayatan zorunluluk
▪ Değeri yabancılaşmış emek yaratır
▪ Değerin para biçimi
▪ Değere dayalı zenginlik
Meta, pazarda satılmak üzere üretilen ürün demektir. Meta üreticileri, kendi tüketimleri için değil, fakat pazar için üretim yaparlar.
Her metaın bir kullanım değeri, bir de değeri vardır:
Bir metaın pazarda satılabilmesi için toplumdaki belli bir ihtiyacı karşılıyor olması gerekir. Bir metaın insanların belli bir ihtiyacını karşılama özelliğine, o metaın kullanım değeri denir.
Bir şeyin kullanım değerinin olması, tek başına, o şeyi meta yapmaz. Her metaın mutlaka bir kullanım değeri vardır ama kullanım değeri olan her şey mutlaka meta değildir.
Kullanım değeri, sırf kullanım değeri olarak kaldığı sürece ekonomi politiğin ilgi alanına girmez. Bir şeyin ekonomi politiğin ilgi alanına girmesi için, o şeyin meta kisvesine bürünmesi, böylece bir mübadele değeri kazanması gerekir.
Metalar kullanım değerleri itibarıyla birbirlerinden farklıdır. Örneğin bir ekmeğin kullanım değeri ile bir ceketin kullanım değeri, birbirinden niteliksel olarak farklıdır. Farklı nitelikler birbiriyle niceliksel bir ilişki içine giremezler. Ne var ki, farklı kullanım değerleri taşıyan metaların uygun nicelikleri, pazarda birbiriyle eşitlenmekte ve böylece birbiriyle mübadele edilmektedir. O hâlde, bütün metaların uygun oranlarda birbirleriyle eşitlenmesini sağlayan ortak bir özelliklerinin olması gerekir. Bütün metalardaki bu ortak özellik, bütün metaların emek ürünü oluşudur.
Bir metaın içerdiği toplumsal emek miktarı, o metaın değer büyüklüğünü belirler. Bir metaın değeri, pazarda mübadele değeri biçiminde ortaya çıkar. Farklı kullanım değeri olan metaların birbiriyle mübadele edilebilmesi o metaların mübadele değeri sayesindedir. Bir metaın mübadele değeri, o metaın başka bir meta ile mübadele edilme oranını verir.
Değerin büyüklüğü
Bir metaın değerinin büyüklüğü, o metaı üretmek için toplumsal olarak gereken ortalama emek miktarı tarafından belirlenir. Emek miktarı emek zamanıyla ölçülür.
Metaların içerdiği emek miktarının iki kaynağı vardır:
- Canlı emek: İşçinin metaı üretirken ona kattığı emektir. Artı-değerin kaynağı canlı emektir.
- Ölü emek: Üretim sürecinde kullanılan üretim araçlarında cisimleşmiş olan emektir. Üretim araçlarında cisimleşmiş olan emek, daha önce o üretim araçları üretilirken onlara katılarak “ölen” o zamanki canlı emektir. Emek nesnelerindeki ölü emek tamamen, emek araçlarındaki ölü emek ise emek araçları yıprandığı oranda üretilen metaa aktarılır.
Bu iki kaynaktan gelen emek miktarlarının toplamı, üretilen metaın değer büyüklüğünü belirlemez. Eğer öyle olsaydı, bir metaı üretmek için ne kadar çok gereksiz emek harcanırsa ve ne kadar çok malzeme israf edilirse o meta o kadar değerli olurdu:
“Eğer bir metaın değeri o metaın üretimine harcanan emek miktarı tarafından belirleniyorsa, bir işçi ne kadar tembel ve beceriksiz olursa onun ürettiği meta da -üretimi daha uzun emek zamanı alacağından- o kadar değerli olur gibi görünebilir. Ama bu hazin bir yanılgı olur. ‘Toplumsal emek’ sözünü kullandığımı hatırlayacaksınız. Bu ‘toplumsal’ nitelemesi çok şey anlatır. Bir metaın değeri o metaın içinde soğurulmuş ya da kristalleşmiş emek miktarı tarafından belirlenir dediğimiz zaman, belli bir toplumsal durumda, üretimin belli toplumsal ortalama koşulları altında, kullanılan emeğin belli toplumsal ortalama yoğunluk ve beceride olması kaydıyla, o metaın üretimi için gereken emek miktarını anlarız.” (K. Marks, “Ücret, Fiyat, Kâr”, 1865, MESE, İng., c. 2, s. 51.)
Yukarıdaki önermeye konulan “belli bir toplumsal durumda” kaydı, toplumsal durum değiştikçe bir metaın üretimi için toplumsal olarak gereken ortalama emek miktarının da değişeceğini ima eder. Toplumsal üretim koşulları değiştikçe bir metaın üretimi için toplumsal olarak gereken ortalama emek miktarı değişeceğine göre, o metaın değeri de değişir. Marks bu durumu, aşağıda “yeniden üretim” kaydını düşerek şöyle açıklar:
“Her bir metaın değeri … o metaın yeniden üretimi için gereken toplumsal emek zamanı ile belirlenir. Bu yeniden üretim, başlangıçtaki üretim koşullarından farklı olarak, elverişsiz ya da elverişli koşullar altında olabilir.” (K. Marks, Kapital, İng., c. 3, s. 141.)
Teknolojik gelişmeler, bir metaın yeniden üretimi için toplumsal olarak gereken ortalama emek zamanını azaltır. Bu durumda, eski teknolojilerle üretilen metaların değeri düşer. Doğal afet, savaş, toplumsal yıkım gibi olumsuzluklar ise bir metaın yeniden üretimi için toplumsal olarak gereken ortalama emek zamanını artırır. Bu durumda, daha önce üretilmiş olan metaların değeri artar.
Değeri dayatan zorunluluk
Mevcut insana aykırı dünyada değer toplumsal ilişkisini insana dayatan, toplumsal emeğin çeşitli emek süreçleri arasındaki oransal dağılımı zorunluluğudur:
“Her çocuk bilir ki, değişik ihtiyaçlara tekabül eden ürünler kitlesi, toplumun toplam emeğinin farklı ve nicel olarak belirli bir kitlesini gerektirir. Toplumsal emeğin belirli oranlarda dağılım zorunluluğunun hiçbir toplumsal üretim biçimi tarafından ortadan kaldırılamayacağı, ancak, sadece bu zorunluluğun aldığı görünüm biçiminin değişebileceği çok açıktır. Hiçbir doğa yasası ortadan kaldırılamaz. Farklı tarihsel durumlarda değişebilecek olan, bu yasaların kendini dayattığı biçimdir ancak. Toplumsal emeğin iç bağlantısının emeğin bireysel ürünlerinin özel mübadelesi aracılığıyla kurulduğu bir toplumsal sistemde, emeğin oransal dağılımının kendini dayattığı biçim, tam da bu ürünlerin mübadele değeridir.” (K. Marks, “L. Kugelmann’a Mektup”, 11 Temmuz 1868, MESE, İng., c. 2, s. 418.)
Meta üretimi koşullarında pazar için üretim yapan birimler, birbirlerinden kopuk olarak ve birbirleriyle rekabet içinde faaliyet gösterirler. Pazarın nasıl davranacağı, fiyatların ne düzeyde oluşacağı önceden bilinemez. Bu bilinmezlik ve rekabetten ötürü, önceden toplum çapında üretim plânlaması yapılamaz. Çünkü birbirlerinden yalıtık üretim birimlerinde harcanan emeklerin ne kadarının, daha sonraki pazar süreçlerinde toplumsal emeğin bir parçası olarak onaylanacağı önceden bilinemez.
Yalıtık üretim birimlerinde harcanan emeklerin toplumsal karakteri, üretim aşamasındayken henüz potansiyel hâldedir. Üretim sürecinde harcanan emeklerin toplumsal karakterinin onaylanması için, üretilen ürünlerin meta kılığında pazara çıkıp mistik bir toplumsallaşma sürecinden geçmesi gerekmektedir.
Yalıtık üretim birimlerinde doğrudan toplumsal olmayan hâlde, yani özel hâlde görünen emek, aynı zamanda, somut emektir de. Somut emek, belli bir çeşit kullanım değeri yaratan emektir. Örneğin, bir ekmeğin kullanım değerini yaratan emek, ekmek üretme becerisindeki belli bir çeşit somut emektir.
Bir ekmek ile bir ceket, sadece birer kullanım değeri, yani sadece birer ürün olarak kaldıkları sürece, birbiriyle niceliksel olarak mukayese edilemezler. Çünkü birbirinden farklı nitelikteki ürünlerdir. Farklı nitelikler, birbiriyle niceliksel ilişki içine giremezler. Aynı şekilde, farklı kullanım değerleri üreten farklı becerideki somut emekler de birbiriyle niceliksel olarak mukayese edilemezler.
Ancak, farklı kullanım değerleri meta kılığında pazara çıkınca, bu farklı metaları birbirleriyle niceliksel olarak mukayese etmenin ve böylece oluşacak oranlar üzerinden birbirleriyle mübadele etmenin mistik toplumsal mekanizması çalışmaya başlar.
Farklı kullanım değerleri üreten çeşitli somut emeklerin ortak yanı, hepsinin soyut insan emeği oluşudur. Mübadele süreci, farklı becerilerdeki somut emekleri, soyut emek olarak ortak bir öze indirger. Soyut emek, toplumsal emeğin meta üretimi koşullarında beliren bir biçimidir.
Mübadele süreci içinde, yalıtık birimlerde fiilen harcanan emek miktarları değil, fakat o emek miktarlarını içeren metalar mübadele edilir. Metaların birbirleriyle mübadelesi, metaların piyasa curcunası içinde oluşan mübadele oranlarına, yani mübadele değerlerine göre yapılır.
Metaların değeri, metaların mübadele süreci içinde oluşan mübadele değerlerinde kendini gösterir. Metaların mübadele değerlerinin, yani metaların birbirleriyle mübadele oranlarının ne olacağı, mübadele işlemi gerçekleşmeden önce bilinemez. Metaların birbirleriyle mübadele oranları, ancak pazarda mübadele işlemi yapıldığı an itibarıyla kesinlik kazanır. Demek ki, bir metaın içerdiği emek miktarının ne oranda toplumsal emek olarak kabul gördüğü, ancak metalar mübadele edildiği an itibarıyla toplumsal bir gerçeklik hâline gelir.
Değer, metaların içerdiği toplumsal emeği temsil eder. Değerin işlevi, emeğin özel karakterde göründüğü toplumda, toplumsal emeği temsil ederek, emeğin çeşitli üretim süreçleri arasında oransal dağılımını sağlamaktır. Değerin gayri şahsi toplumsal iradesi, böylece, yalıtık birimlerde yapılan üretimi, piyasada “toplumsal olarak gereken ortalama emek miktarı” sınavına tâbi tutmak suretiyle geriye doğru plânlamış olur.
Değeri yabancılaşmış emek yaratır
Doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşulları birlik hâlindeyken, emek süreci komünal karakterdedir. Komünal emek, ekonomi politiğin kavramlaştırdığı anlamda değer yaratmaz, sadece kullanım değeri yaratır.
Doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının birbirinden ayrıldığı durumda, emek süreci komünal karakterini yitirir, insana yabancılaşmış emek olur. Yabancılaşmış emek, kullanım değerleri yaratmanın yanı sıra, ekonomi politiğin kavramlaştırdığı anlamda değer de yaratır.
David Ricardo, bir metaın değerinin büyüklüğü ile o metada içerilen emeğin miktarı arasındaki ilişkiyi ilk açıklayandır. Ancak Ricardo bu açıklamayı yapmış ve orada durmuştur. Ricardo, sınıfsal bakışı yüzünden, kendini değer biçiminde ortaya koyan emeğin insana yabancılaşmış karakterini incelemeye hiç girişmemiştir:
“Ricardo … mübadele değerini yaratan ya da kendini mübadele değerinde ortaya koyan emeğin tuhaf karakteristiğini, bu emeğin (insana yabancılaşmış – YZ) doğasını incelemez.” (K. Marks, Artı-Değer Teorileri, İng., c. 2, s. 164.)
“Ricardo’nun yanlışı, sadece değerin büyüklüğü ile ilgilenmiş olmasıdır. Bundan ötürü, Ricardo’nun dikkati, farklı metaların temsil ettiği ya da metaların değer olarak içerdiği emeğin nispi miktarlarına yoğunlaşmıştır. Fakat metalarda içerilen emek, toplumsal emek olarak, yabancılaşmış bireysel emek olarak belirtilmelidir.” (K. Marks, Artı-Değer Teorileri, İng., c. 3, s. 131.)
“Mübadele değerini yaratan ya da kendini mübadele değerinde ortaya koyan emeğin tuhaf karakteristiği”, onun yabancılaşmış emek oluşudur. Ricardo ve öteki ekonomi politikçiler, dünyayı tersine dönmüş kılan bu sapkınlık hâlini görmezden gelmişlerdir.
Ekonomi politik, sınıfsal bakışı gereği, değer ilişkisinin niye doğduğunu hiç sorgulamamış, onu doğal bir veri olarak kabul etmiştir:
“Ekonomi politik, aslında, değer ve değer büyüklüğünü eksik de olsa tahlil etmiş ve bu biçimlerin altında neyin yattığını açığa çıkarmıştır. Ama emeğin niye onun ürününün değeri ile ve emek zamanının niye bu değerin büyüklüğü ile temsil edildiği sorusunu bir kez olsun sormamıştır. Üretim sürecinin insan tarafından denetimi (komünal toplum – YZ) yerine, üretim sürecinin insana egemen olduğu bir toplum durumuna ait (kapitalist topluma ait – YZ) … bu formüller, burjuva anlayışa, doğanın tıpkı üretken emek gibi dayattığı apaçık bir zorunluluk olarak görünür.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 84-85.)
Yukarıdaki paragraftan anlıyoruz ki, ekonomi politiğin değere ilişkin formülleri “üretim sürecinin insana egemen olduğu” kapitalist topluma aittir. Üretim sürecinin insan tarafından denetlendiği komünal toplumda ise değer ilişkisi yoktur.
Değerin para biçimi
Değerin toplumsal bir güç olarak yükselmesi için, değerin bütün tekil metalardan bağımsızlaşması ve kendini sırf değer olarak, ayrı bir toplumsal biçim altında ortaya koyması gerekir. Bu gereklilik, değerin somut biçimini, yani para biçimini doğurmuştur.
Metaların değeri, metalar pazarda satıldığı anda, yani değerin somut biçimi olan para ile mübadele edildiği anda realize edilir. Başka bir deyişle, metalar pazarda toplumsal emeğin somut temsiliyle, yani parayla mübadele edildiği anda, o metaların üretiminde harcanan özel emekler, toplumsal onay alır, yani toplumsal emek olarak tescil edilir.
Ekonomi politik, tarihin şafağında para kullanılmadığını, paranın tarihsel süreç içinde doğup geliştiğini bilir. Ancak ekonomi politik, paranın ezelden beri var olmadığını kabul ettiği hâlde, parayı ortaya çıkaran tarihsel koşulları araştırmaz.
Ekonomi politik, değerin niye ortaya çıktığını hiçbir zaman sorgulayamadığı için, değerin somut biçimi olan parayı da hiçbir zaman açıklayamaz. Ekonomi politik, paranın ne olduğunu açıklamak yerine, paranın işlevlerini saymayı yeterli görür. Ekonomi politiğe göre para, değeri ölçme, dolaşıma aracılık etme, zenginliği depolama gibi işlevler gören bir nesne’dir.
Para, sadece bazı işlevler gören bir nesne değildir. Para, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarını birbirinden koparan tarihsel yarılmanın dayattığı değerin somut biçimidir. Parayı kolaylık sağlayan bir şey olarak gören ve parayı o şey’in işlevleriyle açıklayan ekonomi politikçi zihniyet, paranın şifrelediği toplumsal yarılmaya nüfuz edemeyen kıt zihniyettir.
Tersine dönmüş dünyada, insanlar arasındaki bağı, doğrudan doğruya insanların kolektif iradesi değil, fakat değer ilişkisinin insana yabancı iradesi kurar:
“Birbirlerine karşı kayıtsız bireylerin karşılıklı ve çok yönlü bağımlılığı, bu bireylerin toplumsal bağını oluşturur. Bu toplumsal bağ mübadele değerinde ifadesini bulur. Her bir bireyin kendi faaliyet ve ürünü, ancak mübadele değeri aracılığıyla o birey için faaliyet ve ürün hâline gelir. Birey, genel bir ürün, yani mübadele değeri ya da mübadele değerinin yalıtılıp bireyselleşmiş biçimi olan para üretmek zorundadır. Öte yandan, her bir birey, ancak mübadele değeri sahibi olarak, para sahibi olarak öteki bireylerin faaliyeti üstünde ya da toplumsal zenginlik üstünde bir güç sahibi olabilir. Birey, toplumsal gücünü ve toplumla olan bağını cebinde taşır. Bireysel tezahürüne bakılmaksızın faaliyet ve kendine özgü görünüşüne bakılmaksızın faaliyet ürünü, her zaman mübadele değeridir. Mübadele değeri öylesine bir genelliktir ki, onda bütün bireysellikler ve kendine özgülükler reddedilip bastırılır.” (K. Marks, Grundrisse, 1857-1858, çev. Martin Nicolaus, İng., s. 156-157.)
İlkel topluluklarda olağanüstü güçler atfedilen sihirli objelere tapılırdı. Antropolojinin totem, put, fetiş diye adlandırdığı bu gizemli objeler, taş, kemik, kafatası, hayvan postu, ağaç gibi nesnelerden yapılırdı. Fetişlerin esrarengiz bir gücü olduğuna ve o açıklanamayan gücün insanların kaderine hükmettiğine inanılırdı.
Modern toplumun fetişi ise paradır. Para, yalıtık bireyler arasındaki toplumsal ilişkiyi kuran değerin bir fetiş-nesne olarak cisimleşmesidir. Para denen fetiş-nesnede, esrarengiz bir toplumsal yaptırım gücü vardır. Kişi ne kadar paraya sahipse öteki insanların faaliyetleri ve faaliyetlerinin ürünleri üstünde o kadar iktidar sahibi olur.
Para denen fetiş-nesnedeki esrarengiz güç, herkesin toplumsal mutabakatla o fetiş-nesneye biat etmesinden doğmaz. Herkesin âdeta aklı tutulmuşçasına paranın padişahlığı önünde eğilmesi, değer ilişkisinin soyut toplumsal iktidarının para suretinde zuhur ederek herkesi fiilen esir almasındandır.
İnsan faaliyetinin insandan yabancılaşarak insana düşman bir güç hâline gelmesi ve dönüp insanı tahakküm altına alması, mistik bir süreçtir. Bu akıl sır ermez, mistik toplumsal süreç, meta, değer, para gibi mistik toplumsal olgular üretmektedir. Kendi sapkın faaliyetleriyle böylesine tuhaf olguları yaratan insanların bilinci de bir tuhaftır. Faaliyetin kendisi mistik olduğu için faaliyetin zihinsel yansımaları da mistiktir.
Fetişist bilinç biçimleri, yanlış ya da manipüle edilmiş bilinç biçimleri demek değildir. Zihinlerdeki mistik sislerin, meta fetişizminin sebebi, bizatihi kendisi mistik olan toplumsal pratiktir.
Yalıtık bireyler, kaderlerine metaın, değerin, paranın, sermayenin, dünya pazarının hükmettiğini fiilen yaşayarak idrak ederler. Ansızın dünya borsaları çöker, piyasa durur, esnafın dükkânı kapanır, köylünün ürünü para etmez olur, işçi işten atılır. Yani nereden vurduğu, niye vurduğu bir türlü anlaşılamayan esrarengiz bir güç herkesin hayatını karartır.
Bütün bu mistik toplumsal olgu ve süreçler değer ilişkisinden türevlenir. Değer ilişkisinde ve ondan kaynaklanan öteki sapkın toplumsal ilişkilerde insanların hayatını hallaç pamuğu gibi atan, insanları tahakküm altına alan fiili bir güç vardır. Bu fiili güç, toplumun yarılmışlığından, toplumsal faaliyetin insanların kolektif iradesi dışına çıkmış olmasından ve bu yüzden insanların birbirleriyle doğrudan toplumsal ilişki kuramamasından kaynaklanmaktadır.
Yalıtık bireyler arasındaki toplumsal bağı, değer denen mistik bir toplumsal ilişki biçiminin kurması, zihinlerdeki mistisizmin maddi temelidir. Metada, değerde, parada insanlara hükmeden öylesine esrarengiz bir güç vardır ki, zihin açıklayamadığı bu güç karşısında dize gelir ve mistikleşir. Toplumdaki bu akıl almaz işleyiş, yabancılaşmış faaliyet içinde kaybolmuş yalıtık bireylerin zihnine meta fetişizmi olarak, meta hukuku, meta ahlâkı olarak yansır.
Eğer insanlar sahiden insana ait faaliyet içinde olsalardı, birbirleriyle doğrudan insani-komünal bağlar kurarlardı. Bu durumda metaın, değerin, paranın işe karışıp insanlar arasında dolaylı bağlar kurmasına gerek kalmazdı. Komünal ilişkilerdeki doğrudanlık, zihinlere berrak ve anlaşılır olarak yansırdı. Böylece insan zihni, insana yaraşır faaliyetin insana yaraşır zihni olarak ayağa kalkmış, yani mistik sislerden kurtulmuş olurdu.
Değere dayalı zenginlik
Kapitalizm öncesi toplumlardaki zenginlik, çeşitli kullanım değerleri birikimi olarak görünürdü. Kapitalizm öncesindeki zenginlik, somut nesneler yığını olarak belirdiği için somut zenginlikti.
Kapitalist toplumda da zenginlik, bir yanıyla, mal birikimi olarak, yani somut zenginlik olarak görünmeye devam eder. Ancak kapitalist toplumun asıl karakterini yansıtan zenginlik, soyut zenginliktir. Soyut zenginlik, her bir metadaki özgül kullanım değerinden soyutlanmış olan zenginliktir. Soyut zenginlik, her metaın içerdiği toplumsal emeği temsil eden değer birikimidir. Değerin somutlaştığı para, soyut zenginliği en iyi ifade eden toplumsal biçimdir.
Yabancılaşmış faaliyet içinde kaybolmuş insansı bireyler, para kazanmayı hayatlarının amacı olarak görürler. Burjuva toplumun insansı bireyleri, meta, değer, para birikiminin zenginlik olduğunu sanırlar. Çünkü yabancılaşmış faaliyet, bir yandan bu mistik toplumsal olguları yaratırken, öte yandan da bunlara tekabül eden fetişist bilinç biçimleri yaratır.
Parayı var eden koşullar, insanı insanlıktan çıkaran cinnet koşullarıdır. Parada somutlaşan insana aykırı toplumsal gücü elinde tutanlar da aslında o toplumsal ilişkinin kurbanıdırlar. Para varken gerçek anlamda insana ait zenginlik yoktur, fakat zenginliğin insana dışsal bir illüzyonu vardır.
Meta, değer ve para birikimine dayanan zenginlik, onu yaratan işçilere dışsaldır. Çünkü değere dayalı zenginlik, ücretli emek tarafından daha baştan başkasına ait olarak üretilmektedir. Öte yandan, paranın satın aldığı zenginlik, başkasına ait emek tarafından üretildiği için, sahip olana da gerçekte dışsaldır. Dolayısıyla kapitalizmdeki zenginliğin temelinde başkalarına ait emek zamanı hırsızlığı yatar.
Marks’a göre gerçek zenginlik, metada, değerde, parada değil, fakat insanın hem “dış” doğa hem de kendi doğası üstündeki egemenliğinin, yaratıcı faaliyetinin, insan olma kudretinin özgürce gelişmesindedir:
“Dar burjuva biçim sıyrılıp atıldığında, zenginlik, gerçekte bireysel ihtiyaçların, yeteneklerin, zevklerin, üretici güçlerin vb. evrensel mübadeleyle yaratılan evrenselliğinden başka nedir ki? İnsanın doğa güçleri üstündeki, hem ‘dış’ doğa hem de kendi doğası üstündeki egemenliğinin sonuna kadar gelişmesinden başka nedir ki? Önceki tarihsel gelişmeden başka hiçbir önvarsayım tanımaksızın, insanın yaratıcı potansiyellerini işleyip ortaya çıkarması değil midir? Önceden verili hiçbir ölçüte vurulmaksızın, insanın bütün yeteneklerinin kayıtsız şartsız gelişmesinin kendi içinde amaç hâline gelmesi değil midir? İnsanın kendini belli bir özgüllük içinde yeniden üretmesi yerine, insanın kendi bütünlüğünü ürettiği durum değil midir? İnsanın ulaştığı yerde kalmaya çabalaması yerine, insanın insan olma hareketi içinde yer alması değil midir? Burjuva ekonomisinde ve ona tekabül eden üretim çağında insani içeriğin işlenip açığa çıkarılması, insanın tamamen boşaltılıp içeriksizleştirilmesi olarak, bu evrensel nesnelleştirme tamamen yabancılaşma olarak görünür.” (K. Marks, Grundrisse, 1857-1858, çev. Martin Nicolaus, İng., s. 488.)
Mevcut toplumsal cinnet hâli, insan faaliyetini, değer üretimine hizmet etme faaliyeti olarak sapkınlaştırmaktadır. İnsan, kendi faaliyetine vurulan bu prangayı söküp atmadıkça, yaratıcı potansiyellerini işleyip ortaya çıkaramaz, sahici insanlığı, sahici zenginliği yaratamaz.