Ekonomi politiğin eleştirisi

▪ Üretici güçler – Üretim ilişkileri
▪ İnsanlığın tarih öncesi

Yabancılaşmış emek faaliyeti, insana aykırı dünyayı insana aykırı kılan çekirdek faaliyettir. İnsanı parçalayan iş bölümü, özel mülkiyet, meta, değer, para, pazar, ücretli emek, sermaye gibi sapkın toplumsal ilişkiler, yabancılaşmış emek faaliyetinin dolaysız tezahürleridir.

Yukarıdaki sapkın toplumsal ilişkiler, insana aykırı dünyanın oluşturucu çekirdeğini teşkil eder. Bu genetiği tekinsiz çekirdekten sınıflar, sınıf mücadelesi, devlet, hiyerarşik yapılar, etnik, ulusal, dinsel, kültürel baskılar, savaşlar, doğanın katli doğar.

Ekonomi politik, insana aykırı dünyanın merkezindeki yabancılaşmış emek faaliyetinin teorisini yapar. Ekonomi politik, yabancılaşmış emeğin yarattığı insana aykırı toplumsal ilişkileri akla uygunmuş gibi göstermeye çalışan, böylece sermaye düzeninin zihinleri içeriden kuşatmasına hizmet eden bir “bilim”dir.

Marks, kapitalizm eleştirisini sunmaya ekonomi politiğin eleştirisi ile başlamıştır. Çünkü ekonomi politiğin eleştirisi, yani insana aykırı dünyanın merkezindeki yabancılaşmış emeğin eleştirisi, insana aykırı dünyanın bütününü eleştirmenin teorik temellerini verir.

Her eleştirinin hareket ettiği belli bir bakış açısı vardır. Marks’ın eleştirisi, sahici insan toplumu, yani komünal insanlık vizyonundan hareket eder:

“10. Eski materyalizmin bakış açısı, sivil (burjuva – YZ) toplumdur. Yeni materyalizmin bakış açısı ise insan toplumu ya da toplumsal (komünal – YZ) insanlıktır.” (K. Marks, “Feuerbach Üzerine Tezler”, 1845, Alman İdeolojisi, haz. C. J. Arthur, İng., s. 123.)

Ekonomi politik, yabancılaşmış faaliyet içinde çırpınan insanı değil, fakat yabancılaşmış faaliyetin yarattığı özel mülkiyet, meta, değer, para, piyasa, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişki biçimlerini görür. Marksist eleştiri, çıktığı komünal insanlık kürsüsünden doğru haykırarak, insanı görmüyor diye ekonomi politiği mahkûm eder. Marksist eleştiri, ekonomi politiğin kutsalmışçasına dokunulmaz saydığı insana aykırı toplumsal ilişkilere taarruz ederek, düşünceyi ekonomi politiğin ufkunun ötesine götürür.

Ekonomi politiğin teorisini yaptığı yabancılaşmış emek öylesine acayiptir ki, insanların kendi faaliyetleri, insanların kontrolü dışına çıkarak vahşi güçler hâline gelmekte ve dönüp insanları tahakküm altına almaktadır. Nasıl davranacağı, ne zaman vuracağı önceden kestirilemeyen bu esrarengiz güçler, aynen doğa güçleri gibi insanları korkutmaktadır.

Marks’ın ekonomi politik eleştirisi, herkesin günlük faaliyetiyle, âdeta zombileşmişçesine yeniden ürettiği bu akla ziyan düzeni şöyle sorgular:

İnsana yabancılaşmış faaliyet içinde kaybolmuş insansı bireyler, emek ürünlerini para dedikleri o şey ile acaba niye mübadele ederler? Herkes ürettiğini birbirine olanca insan sıcaklığıyla niye karşılıksız vermez? Özel mülkiyet dedikleri niye kutsaldır? Niye benim malım senin, senin malın benim değildir? Herkesin niye ayrı ayrı çıkarları vardır? Herkes niye birbirinin kuyusunu kazar? İnsanlar niye birbirlerini ve doğayı katlederler? İnsanlık bu cinnet hâlinden nasıl kurtulacaktır?

Marks ekonomi politiğin eleştirisine, ekonomi politiğin kendi dilini, kendi yasalarını, kendi varsayımlarını sureta kabullenerek başlar:

“Ekonomi politiğin öncüllerinden yola çıktık. Onun dilini ve yasalarını kabullendik. Özel mülkiyeti, yani emek, sermaye ve toprağın ayrılmasını, ücret, sermaye kârı ve toprak rantının ayrılmasını önvarsaydık. Aynı şekilde, iş bölümünü, rekabeti, mübadele değeri kavramını vb. önvarsaydık. Ekonomi politiğin kendisinden yola çıkarak, onun kendi terimlerini kullanarak …” (K. Marks, 1844 Ekonomi ve Felsefe Elyazmaları, İng., s. 66.)

Marks ekonomi politiğin kendi dilini, kendi akıl yürütme tarzını kullanarak, ekonomi politiğin dayandığı temel kavramların aslında yabancılaşmış emeğin çeşitli momentlerini ifade ettiğini gösterir. Marks buradan hareketle, “ekonomi politiğin yabancılaşmış emeğin yasalarını formüle etmekten ibaret olduğu” hükmüne varır:

“Ekonomi politik üretimin gerçek ruhu olarak emekten yola çıkar. Ama emeğe hiçbir şey vermez, her şeyi özel mülkiyete verir. … Bu açık çelişkinin, aslında, yabancılaşmış emeğin kendi kendiyle çelişkisi olduğunu ve ekonomi politiğin yabancılaşmış emeğin yasalarını formüle etmekten ibaret olduğunu anlıyoruz. …

Dışlaşmış, yabancılaşmış emek kavramından, analiz yoluyla özel mülkiyet kavramına nasıl vardıysak, aynı şekilde bu iki faktörün (yabancılaşmış emek ile özel mülkiyetin – YZ) yardımıyla, ekonomi politiğin bütün kategorilerini geliştirebiliriz. Bu kategorilerin her birinin, -örneğin ticaret, rekabet, sermaye ve paranın- bu ilk oluşturucuların (yabancılaşmış emek ile özel mülkiyetin – YZ) partiküler ve gelişmiş ifadesinden başka bir şey olmadığını göreceğiz.” (K. Marks, 1844 Ekonomi ve Felsefe Elyazmaları, İng., s. 77-79.)

Ekonomi politiğin bilim muamelesi görmesi, ancak sınıf mücadelesi düşük düzeylerde kaldığı sürece mümkündür. Ekonomi politiğin teorisini yaptığı toplumsal cinnet hâline karşı yığınsal mücadelenin yükseldiği durumlarda ise ekonomi politiğin yaldızları dökülmeye başlar:

“Ekonomi politik burjuva ufkun sınırları içinde kaldığı kadarıyla bir bilim olarak kalabilir. Yani kapitalist düzen, toplumsal üretim evriminin içinden geçmekte bulunduğu tarihsel evre olmak yerine, toplumsal üretimin mutlak nihai biçimi olarak görüldüğü kadarıyla ekonomi politik bir bilim olarak kalabilir. Ekonomi politiğin bu şekilde bir bilim olarak kalabilmesi, ancak sınıf mücadelesi su yüzüne çıkmadığı ya da kendini ancak münferit ve tek tük olaylarla ortaya koyduğu sürece mümkündür.” (K. Marks, “Almanca İkinci Baskıya Sonsöz”, 24 Ocak 1873, Kapital, İng., c. 1, s. 24.)

Ekonomi politik, yabancılaşmış emeğin büründüğü özel mülkiyet, meta, değer, para, pazar, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişki biçimlerinin bilimidir. Ekonomi politik, teorisini yaptığı bu cinnet hâlleri gibi tarihsel olarak ölümlüdür. İnsanlığın tarih öncesine ait bu sapkın toplumsal ilişkiler ortadan kaldırılıp atıldığı an, ekonomi politiğin konusu gerçek dünyadan silinip gitmiş olacağı için, ekonomi politik de geçerliliğini yitirecektir.

Üretici güçler – Üretim ilişkileri

Emek faaliyeti insan ile doğa arasındaki alışverişi sağlar. İnsan, emek süreci içinde kendi zihinsel, fiziksel güçlerini ve doğanın güçlerini harekete geçirir. İnsanın emek harcarken harekete geçirdiği bu güçlere, emeğin üretici güçleri denir.

Ekonomi politik emeğin üretici güçlerini ikiye ayırarak inceler:

  1. Doğrudan üreticiler (öznel unsur): Doğrudan üretici, bilfiil üretim yapan insan demektir. Doğrudan üretici, içinde yer aldığı toplumsal ilişkiye göre köle, serf, zanaatçı, kırsal üretici, işçi adlarını alır.
  1. Üretim araçları (maddi unsurlar): Üretim araçları da kendi içinde ikiye ayrılır. a) Emek araçları: Alet-edevat, makineler, bilgisayarlar, binalar, araziler… b) Emek nesneleri: Doğadan alınan hammaddeler ya da başka üretim birimlerinden gelen işlenmiş maddeler.

Üretici güçler hem öznel hem de maddi unsurlarıyla, peş peşe gelen kuşakların faaliyetleri tarafından tarihsel süreç içinde yaratılagelmektir:

“Her üretici güç, edinilmiş bir güçtür, insanların daha önceki faaliyetlerinin ürünüdür. Üretici güçler, bundan ötürü, pratikte uygulanmış insan enerjisinin sonucudur.” (K. Marks, “P.V. Annenkov’a Mektup”, 28 Aralık 1846, MESE, İng., c. 1, s. 518.)

Emek araçlarını, aletleri, makineleri üreten insandır. Hammaddelerin doğadan alınıp emek nesnesi hâline getirilmesi de insan emeği harcanarak gerçekleşir.

Doğrudan üreticiler, yani insanın kendisi de yine insan faaliyeti tarafından anbean yeniden yaratılmaktadır. Doğrudan üreticilerin bilgi ve becerisi, önceki nesillerden geldiği kadarıyla geçmiş insan emeğinin, günümüz süreçlerinde edinilmekte olduğu kadarıyla da şimdiki insan emeğinin ürünüdür. O hâlde üretici güçler, bütün unsurlarıyla, sürekli bir akış hâlindeki insan faaliyetinin yaratımlarıdır.

Yukarıdaki analiz, Marks’ın eleştirel teorisine özgü bir analiz değildir. Yukarıdaki anlatım, çoğu iktisatçının paylaştığı ekonomi politikçi bir anlatımdır.

Marks’ın ekonomi politiğe müdahalesi, yukarıdaki anlatımın bıraktığı yerden başlar:

Marks’a göre, mademki üretici güçler tarihsel akış hâlindeki insan faaliyetinin ortak yaratımıdır, o hâlde üretici güçler insanlığın bütününe içkin olmalıdır. Bu akla uygun gerekliliğin açıklanmaya hiç ihtiyacı yoktur. Gelgelelim mevcut akıl dışı dünyada, üretim araçları özel mülk hâlindedir. O zaman asıl açıklanması gereken, bu akla aykırı durumun nasıl meydana geldiğidir:

“Yaşayan ve aktif insanlığın (doğrudan üreticilerin – YZ) doğa ile metabolik alışverişinin, böylece doğayı mülk edinişinin doğal, inorganik koşullarıyla (üretimin maddi koşullarıyla – YZ) birliğinin açıklanmaya ihtiyacı yoktur. … Açıklanması gereken ya da tarihsel bir sürecin sonucu olan şey, insan varlığının inorganik koşulları ile aktif varlığı arasındaki ayrılıktır. Ki bu ayrılık, ancak ücretli emek – sermaye ilişkisinde tam olarak vazedilmiştir.” (K. Marks, Grundrisse, 1857-1858, çev. Martin Nicolaus, İng., s. 489.)

Marks’a göre, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının birbirinden ayrılığını açıklamak gerekir. Çünkü bu ayrılık, ekonomi politiğin konusu olan özel mülkiyet, meta, değer, para, piyasa, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişkileri insanlığa musallat etmiştir. Marks, insanı insanlıktan çıkaran bu ayrılığı ve sonuçlarını doğalmış gibi kabullendiği için ekonomi politiği rezil ilân eder.

İnsanlar doğayla boğuşarak geçim araçları üretirlerken, aynı zamanda kendi aralarındaki toplumsal ilişkileri de üretirler. Çünkü insan – doğa alışverişi de insan – insan ilişkileri de aynı insan faaliyetinin çeşitli momentleridir. İnsan – insan ilişkileri, üretici güçlerin gelişmişlik düzeyine sıkı sıkıya bağlıdır:

“Toplumsal ilişkiler üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdır. İnsanlar yeni üretici güçler edinerek, üretim tarzlarını değiştirirler. Ve üretim tarzlarını değiştirerek, yani yaşamlarını kazanma tarzını değiştirerek de bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. El değirmeni size feodal beyli toplumu, buharlı değirmen ise sanayi kapitalistli toplumu verir.

“Maddi üretkenliklerine uygun olarak toplumsal ilişkilerini kuran aynı insanlar, toplumsal ilişkilerine uygun olarak da ilkeler, fikirler ve kategoriler üretirler. Bu fikir ve kategoriler, tıpkı ifade ettikleri ilişkiler gibi ölümlüdürler. Bunlar tarihsel ve geçici ürünlerdir.

“Üretici güçlerde sürekli büyüme, toplumsal ilişkilerde sürekli yok olma, fikirlerde sürekli oluşma hareketi vardır.” (K. Marks, “Felsefenin Sefaleti”, 1847, Seçme Yazılar, çev. David McLellan, İng., s. 202.)

Üretim ilişkileri, üretici güçlerin içinde örgütlendiği toplumsal biçimdir. Üretici güçlerin gelişme düzeyi kendini üretim ilişkilerinde dışa vurur. Üretici güçler geliştikçe, ona uygun olarak üretim ilişkileri de değişir.

Ekonomi politiğin yaptığı üretici güçler – üretim ilişkileri tasnifi, faaliyetin parçalı hâlinin zihinsel yansımasıdır. Bu tasnif, faaliyetin niye parçalı olduğunu sorgulamayan ekonomi politiğe gayet akliymiş gibi gelir.

Parçalı faaliyet ortadan kalkıp onun yerine komünal faaliyet gelince, insan faaliyeti bütünleşik bir akış hâlinde insana geri dönecektir. İşte o zaman, üretici güçler – üretim ilişkileri gibi, altyapı – üstyapı gibi parçalı faaliyeti yansıtan soyutlamalar da insanlığın “tarih öncesi”nde kalacaktır.

İnsanlığın tarih öncesi

Marks, insanlığın tarih öncesine dair şu belirlemeleri yapar:

“Yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, zorunlu ve iradelerinden bağımsız olan belirli ilişkilere girerler; bu üretim ilişkileri onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme aşamasına tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin toplamı, toplumun ekonomik yapısını, belirli toplumsal bilinç biçimlerine tekabül eden hukuki ve siyasi üstyapının üzerinde yükseldiği gerçek temeli oluşturur.

“Maddi yaşamın üretim tarzı, toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini genel olarak koşullar. İnsanların varoluşunu belirleyen insanların bilinçleri değildir. Tam tersine, insanların bilinçlerini belirleyen insanların toplumsal varoluşlarıdır.

“Toplumun maddi üretici güçleri, gelişmelerinin belirli bir aşamasında, o zamana kadar içinde devindikleri mevcut üretim ilişkileriyle ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkileriyle çatışmaya girer. Bu ilişkiler, üretici güçlerin gelişme biçimleri olmaktan çıkıp onlara ayak bağı olur.

“İşte o zaman toplumsal devrim çağı başlar. Ekonomik temeldeki değişmeyle o kocaman üstyapının tamamı az ya da çok hızla dönüşüme uğrar. Bu çeşit dönüşümleri ele alırken, doğa bilimlerinin kesinliğiyle belirlenebilen üretimin ekonomik koşullarının maddi dönüşümü ile hukuki, siyasi, dini, estetik ya da felsefi biçimler arasında, kısacası ideolojik biçimler -ki insanlar bu ideolojik biçimler içinde çatışmanın bilincine varıp mücadele ederler- arasında bir ayrım her zaman yapılmalıdır. Nasıl ki bir kişi hakkındaki görüşümüz o kişinin kendi hakkındaki düşüncelerine dayanmazsa aynı şekilde böyle bir dönüşüm dönemini de o dönemin kendi hakkındaki bilincine bakarak değerlendiremeyiz. Tersine, bu bilincin, maddi yaşamın çelişkilerinden hareketle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmadan hareketle açıklanması gerekir.

“Hiçbir toplumsal düzen, içinde barındırabileceği bütün üretici güçler gelişmeden önce asla yok olmaz. Yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, varoluşlarının maddi koşulları eski toplumun rahminde olgunlaşmadan asla ortaya çıkmaz. Onun içindir ki insanlık, ancak çözebileceği sorunları önüne koyar. Çünkü, daha yakından bakıldığında her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak çözümün maddi koşulları varsa ya da en azından oluşma sürecindeyse gündeme gelir.

“Kaba hatlarıyla, Asya tipi, antik, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumun ekonomik biçimlenmesinde aşama kaydeden çağlar olarak adlandırılabilirler. Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin son antagonist biçimidir. … Burjuva toplumun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu antagonizmayı çözüme ulaştırmanın maddi koşullarını da yaratır. Bu nedenle, bu toplumsal biçimlenme (burjuva toplum – YZ) insan toplumunun tarih öncesini sona ermeye götürür.” (K. Marks, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz”, 1859, MESE, İng., c. 1, s. 503-504.)

En sondaki hüküm, yukarıda sıralanan önermelerin insanlığın bütün zamanları için değil, fakat insanlığın sadece tarih öncesi için geçerli olduğunu ihtar eder: “Bu toplumsal biçimlenme (burjuva toplum – YZ) insan toplumunun tarih öncesini sona ermeye götürür.”

Marks’a göre, sosyalist toplumsal devrimle yabancılaşmış faaliyet ortadan kalkıp onun yerine komünal faaliyet gelince insanlığın esas tarihi başlayacaktır. İnsanlığın esas tarihi açısından, yani komünal insanlık açısından, insanlığın yabancılaşmış faaliyet içinde çırpınageldiği çağlar tarih öncesine aittir. İnsanlığın tarih öncesi, burjuva toplumun sona erişiyle birlikte sona erecektir.

Tarih öncesindeki insanlık, yabancılaşmış faaliyetin yarattığı insana hasım toplumsal güçlerin tahakkümü altındadır. Yabancılaşmış faaliyet, özel mülkiyet, meta, değer, para, pazar, ücretli emek, sermaye, sınıf, yalıtık birey, sivil toplum, hukuk, siyaset, devlet gibi toplumsal ilişki biçimleri yaratmaktadır. İnsanı esir alan bu gibi insana aykırı toplumsal ilişkiler, zihne akarak insanı “içeriden” de kuşatmaktadır.

Tarih öncesindeki insanların bilincini, içinde bulundukları yabancılaşmış faaliyet zihinlere akarak belirlemektedir: “İnsanların varoluşunu belirleyen insanların bilinçleri değildir. Tam tersine, insanların bilinçlerini belirleyen insanların toplumsal varoluşlarıdır.”

Ancak yabancılaşmış faaliyetin ortadan kalkıp yerine komünal faaliyetin gelmesiyle birlikte durum değişecektir. Artık, insanların bilincini insanların varoluşu zihinlere akarak belirlemeyecektir. Tam tersine, insanların bilinci dışarıya akarak insanların varoluşunu belirleyecektir. İşte artık ondan sonra, insanlar arasındaki ilişkiler insan iradesinden bağımsız olmayacak, tam tersine insan iradesine bağımlı olacaktır.

Yukarıdakiler ışığında, insanlığın tarih öncesi ile insanlığın gerçek tarihini şöylece ayırt edebiliriz:

  1. Tarih öncesinde insanlar kendi faaliyetlerine değil, fakat insanların kendi faaliyetleri insanlara hükmeder. Aslında kendi faaliyetlerinin öznesi olması gereken insanlar, kendi faaliyetlerinin nesnesi derekesine düşmüşlerdir. Bu yüzden şimdiye kadarki tarih, insan iradesi dışındaki bir akış olarak, tarih denen muammanın toplumların başına getirdikleri olarak algılanmıştır.
  1. İnsanlığın gerçek tarihi, doğrudan üreticilerin üretimin maddi koşullarıyla birleşerek kendi faaliyetlerini kendi ellerine almalarıyla başlar. Ondan sonra artık özgürleşen insan, kendi yaşam faaliyetini kendi iradesinin nesnesi durumuna getirir. Artık faaliyet özgür iradenin dışavurumudur. Evrensel insanlık, artık kendi tarihinin gerçek anlamda öznesi hâline gelir.

Ne zaman ki faaliyet vahşi hâlden kurtarılıp insan iradesine tâbi kılınacak, ne zaman ki faaliyet parçalı hâlden kurtarılıp bütünleşik bir akış olarak insana geri döndürülecek, işte ancak o zaman tarih denen muammanın şifresi çözülmüş olacaktır:

“Komünizm tarih muammasının çözümüdür ve kendisinin bu çözüm olduğunu bilir.” (K. Marks, 1844 Ekonomi ve Felsefe Elyazmaları, İng., s. 97.)

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.