İlkel sermaye birikimi

▪ Ekonomi dışı zor kullanımı – Sessiz zorlama

Ekonomi politik, tarihte ne oldu da işgücü metalaştı diye hiç sorgulamaz. Ekonomi politik, işgücü metaı satıcısı işçiler ile işgücü metaı alıcısı kapitalistler nasıl ortaya çıktı diye asla araştırmaz.

İnsanlar işçi geni ya da kapitalist geniyle doğmadıklarına göre, bu hilkat garibesi durum acaba nasıl hasıl olmuştur:

“Pazarda, bir yanda toprağın, makinelerin, hammaddelerin, geçim araçlarının, yani işlenmemiş topraklar hariç hepsi emeğin ürünleri olan bütün bunların sahibi bir dizi alıcının (işgücü metaı alıcısının, yani kapitalistin – YZ) bulunması, öte yanda ise kendi işgüçlerinden, çalışan kol ve beyinlerinden başka satacak bir şeyleri olmayan satıcıların (işgücü metaı satıcılarının, yani işçilerin – YZ) bulunması olgusunun, bu tuhaf olgunun nasıl ortaya çıktığını sorabiliriz. Birileri kâr etmek ve zenginleşmek için boyuna (işgücü – YZ) satın alırken, ötekilerin geçimini temin etmek için hep (işgüçlerini – YZ) satması garabeti nasıl ortaya çıkmıştır?

“Bu soru, bizi, ekonomistlerin önceki ya da ilksel birikim dedikleri ama ilksel mülksüzleştirme denilmesi gereken şeyin araştırılmasına götürür. Bu ilksel birikim denen şeyin, emekçi insan ile emek araçlarının başlangıçtaki birliğinin bozulması sonucuna götüren bir dizi tarihsel süreçten başka bir anlama gelmediğini buluruz.” (K. Marks, “Ücret, Fiyat, Kâr”, 1865, MESE, İng., c. 2, s. 55-56.)

İşçi ya da kapitalist olmak, insanın genlerinde yazılı değildir. İnsanı işçi ya da kapitalist yapan, kişinin içinde doğduğu toplumsal koşullardır. Toplumsal koşullar, peş peşe gelen kuşakların faaliyetlerinin ürünü olarak ortaya çıkar. Yani toplumsal koşulların, toplumsal ilişkilerin hepsi insan yapımıdır.

İşçi ile kapitalisti doğuran toplumsal koşullar, insanı emek araçlarından koparan tarihsel süreç sonunda meydana çıkmıştır. Marks bu sürece, ilksel mülksüzleştirme süreci ya da ilkel sermaye birikimi süreci der.

Kavramsal olarak bir de olağan sermaye birikimi süreci vardır ki, şöyle çalışır: Kapitalist, üretim sürecinde el koyduğu artı-değeri, üretilen metaı pazarda satarak realize eder. Kapitalist, elde ettiği kârın bir bölümünü kişisel gelir yazar, geriye kalanı sermayeye ekler. Sermaye, artı-değerden kendine katılan miktar kadar büyüyerek yeniden üretime girer. Artı-değerin bir bölümünün bu şekilde sermayeye katılarak onu büyütmesine sermaye birikimi denir.

Yukarıdaki açıklama, sermaye birikimi sürecinin başında, süreci başlatmak üzere hazır bir sermayenin bulunduğunu varsayar. O hâlde, o ilk sermayenin nasıl peydahlandığını ayrıca açıklamak gerekir.

İlk sermayenin nasıl ortaya çıktığına dair anlatılar, anlatıcının sermayeyi ne olarak anladığını açık eder. Örneğin Adam Smith’e göre sermaye, “değerli varlıklar”dır, yani üretim araçlarıdır, geçim araçlarıdır ya da bunları satın alacak parasal birikimlerdir. Adam Smith, sermayeyi şey olarak anladığı için ilk sermayenin ortaya çıkışını, “daha önceki sermaye birikimi” dediği değerli varlıklar birikimiyle açıklamaya çalışmıştır.

Marks’a göre şey’ler, yani üretim ve geçim araçları belli toplumsal koşullarda sermayeye dönüşebilirler ama bunlar kendiliklerinden sermaye değildirler. Sermaye denince, esas olarak, üretim ve geçim araçları yığını değil, fakat sermaye toplumsal ilişkisi anlaşılmalıdır.

Marks, üretim ve geçim araçlarını, para ve metaları sermayeye dönüştüren, yani ücretli emek – sermaye toplumsal ilişkisini ortaya çıkaran tarihsel süreci şöyle anlatır:

“Üretim ve geçim araçları nasıl kendiliklerinden sermaye değillerse para ve metalar da kendiliklerinden sermaye değildirler. Bunların sermayeye dönüşmeleri gerekir. Ama bu dönüşümün kendisi, ancak belli koşullar altında olabilir. Yani birbirinden çok farklı türden iki meta sahibinin yüz yüze ve temas hâline gelmesi gerekir:

“Bir yanda, başkalarının işgücünü satın alarak ellerindeki değerler toplamını artırmak için tutuşan, para, üretim aracı ve geçim aracı sahipleri. Öte yanda, kendi işgüçlerini ve dolayısıyla emeklerini satan özgür emekçiler. Bunlar iki anlamda özgür emekçilerdir: Ne köleler, serfler vb. gibi üretim araçlarının ayrılmaz parçasıdırlar ne de mülk sahibi köylüler gibi üretim araçlarına sahiptirler. Bu nedenle, özgür emekçiler, kendilerine ait herhangi bir üretim aracının engellemesinden kurtulup özgürleşmiş emekçilerdir. …

“Kapitalist sistem, emekçilerin emeklerini gerçekleştirebilecekleri araçlar üzerindeki her türlü mülkiyetten tamamen ayrılmış olmalarını öngörür. Kapitalist üretim kendi ayakları üstünde doğrulur doğrulmaz, yalnızca bu ayrılığı sürdürmekle kalmaz, aynı zamanda bu ayrılığı sürekli genişleyen ölçekte yeniden üretir.

“Bu nedenle, kapitalist sistemin yolunu açan süreç, emekçinin elinden üretim araçları sahipliğini alan süreçten başkası olamaz. Bu süreç, bir yandan toplumsal üretim ve geçim araçlarını sermayeye dönüştürür, öte yandan da doğrudan üreticileri ücretli emekçilere dönüştürür. İlkel birikim denen şey, bu nedenle, üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir. İlkel olarak görünür, çünkü sermayenin ve buna uygun düşen üretim tarzının tarih öncesi aşamasını oluşturur.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 668.)

İlkel sermaye birikimi momenti, kapitalist üretim tarzının kurucu momentidir. İlkel sermaye birikimi ile yeni tarzın çarkları bir kere dönmeye başladıktan sonra kapitalist üretim kendi kendini genişletmeye koyulur. Böylece, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının birbirinden ayrılığı sürekli bir hâl alır:

“Bir yanda para ya da değere sahip olan kimsenin (kapitalistin – YZ), öte yanda değer yaratıcı cevhere sahip olan kimsenin (işçinin – YZ), bir yanda üretim ve geçim araçlarına sahip olan kimsenin, öte yanda işgücünden başka bir şeyi olmayan kimsenin alıcı ve satıcı olarak karşı karşıya gelmeleri gerektiğini gördük. Emeğin kendi ürününden, öznel işgücünün emeğin nesnel koşullarından ayrılması, böylece kapitalist üretimin gerçek temeli ve başlangıç noktası oluyordu.

“Ama başta yalnızca başlangıç noktası olan bu durum, sırf sürecin sürekliliği yüzünden, basit yeniden üretim yüzünden kapitalist üretimin durmadan yenilenen ve süreğenleşen, kendine özgü bir sonucu hâline gelir.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 535.)

İlkel sermaye birikimi süreciyle mülksüzleşenler, yaşamak için işgüçlerini kapitalistlere satmak zorunda kalırlar. Bu toplumsal koşullar bir kere yaratıldıktan sonra, mülksüzlerin işgüçlerini kapitalistlere satma zorunluluğu sürekli yeniden üretilir.

Mülksüz kişi, işgücünü ücret karşılığı kapitaliste satma sözleşmesi yaptığı anda ücretli emekçi, yani işçi olur. İşçinin işgücünü ücretle mübadele etmesi, gelecekte tüketeceği geçim araçlarını da kapitalistin mülkü olarak üretmeyi peşinen kabul etmesi demektir. İşçinin işgücünü sattığı an, aynı zamanda, kendini gelecekte de geçim araçlarından yoksun kılacak olan toplumsal koşulları yeniden üretmeye başladığı andır. İşçi bir kez bu girdaba düştükten sonra, artık işgücünü ücretle, ücreti de geçim araçlarıyla ha bire mübadele edecektir.

Görüldüğü gibi, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının birbirinden ayrı kılınması hem ilkel sermaye birikimi sürecinin hem de artı-değere el koyma yoluyla gerçekleşen olağan sermaye birikimi sürecinin ortak karakteristiğidir:

“Kapitalist üretim, bu yüzden, işgücü ile emek araçları arasındaki ayrılığı bizzat yeniden üretir. Kapitalist üretim, böylece emekçinin sömürülmesinin koşullarını yeniden üretmekte ve sürdürmektedir. Emekçiyi yaşamını sürdürmek için durmadan işgücünü satmaya zorlamakta ve kapitaliste daha da zenginleşmesi için bu işgücünü satın alma olanağını hazırlamaktadır. Kapitalist ile emekçinin alıcı ve satıcı olarak pazarda karşı karşıya gelmeleri artık rastlantı olmaktan çıkmıştır.

“Emekçiyi kendi işgücünün satıcısı olarak ha bire pazara gerisin geriye fırlatan şey, bu sürecin ta kendisidir. Bu sürecin kendisi, emekçinin kendi ürettiği ürünleri (kapitalistin özel mülkü olarak ürettiği için – YZ), ha bire, başkasının (kapitalistin – YZ) emekçiyi satın almasını sağlayan araçlar hâline dönüştürür. Gerçekte emekçi, daha kendini sermayeye satmadan önce, sermayeye aittir. …

“Demek oluyor ki, kapitalist üretim sürekli bir bağlantılı süreç, yani bir yeniden üretim süreci olması nedeniyle yalnızca meta ve artı-değer üretmekle kalmıyor, aynı zamanda, bir yanda kapitalist öte yanda ücretli emekçi olmak üzere kapitalist ilişkiyi de üretiyor ve yeniden üretiyor.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 541-542.)

Ekonomi dışı zor kullanımı – Sessiz zorlama 

On beşinci yüzyıl sonlarından on sekizinci yüzyıl ortalarına kadar İngiltere’de yaşananlar, ilkel sermaye birikimi sürecinin klâsik örneğidir.

O zamanki İngiltere’de köylüler, feodal mülk dışında kalan arazileri, meraları, ormanları kadim gelenekler uyarınca ortaklaşa kullanıyorlardı. Ancak, pazar ilişkileri yayıldıkça, kırdaki ortak yaşam alanları da tehdit altına girdi.

Yerel egemenler, herkesin ortak kullandığı arazilerin etrafını çitle çevirip fiilen sahiplenmeye başladılar. Yerel egemenlerin ortak alanları köylüye kapatarak yarattıkları fiili özel mülkiyet, çok geçmeden kral fermanlarıyla yasal hâle getiriliyordu. Böylece devlet, kırdaki kadim geçinme tarzının zorla ortadan kaldırılmasına, yağmalanan alanlar üzerinde özel mülkiyet kurulmasına resmen destek vermiş oluyordu.

Zorbalıkla mülksüzleştirilen kırsal nüfus, bir geçim yolu bulmak umuduyla şehirlere akın etti. Mülksüzlerin şehirlere yığılmasıyla aylaklık, serserilik, hırsızlık aldı yürüdü.

Devlet, asayişi sağlamak, mülksüzleri kapitalistlerin emrinde çalışmaya zorlamak için peş peşe terör yasaları çıkardı. Avare dolaşanlar yakalanınca önce kamçılanıyor, sonra zorunlu çalışmaya mahkûm edilerek işyerlerine zimmetleniyordu. İkinci kez işsiz yakalananların kamçılandıktan sonra kulağının yarısı kesiliyordu. Üçüncü kez yakalananlar ise ölümle cezalandırılıyordu. Sadece Sekizinci Henri (1491-1547) zamanında, işgücünün metalaşması, ücretli emek sisteminin dayatılması uğruna yetmiş iki bin kişi idam edildi:

“Böylece tarımsal nüfus önce topraklarından zorla koparıldı, evlerinden atıldı ve işsiz-güçsüz kalabalıklar hâline getirildi. Daha sonra kırbaçlanarak, damgalanarak, gaddar yasalar yoluyla işkence edilerek, ücret sisteminin gerektirdiği disipline sokuldu.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 688.)

İlkel sermaye birikimi sürecinin toplumu dönüştürerek kapitalizmi egemen kıldığı ilk ülke İngiltere’dir. Ancak, kapitalizmin İngiltere’deki ilk egemenliği, sadece İngiltere içinde değil, fakat bütün dünyada yaşanan ilkel sermaye birikimi süreçlerinin de sonuçlarını devşirmiştir:

“Amerika’da altın ve gümüşün bulunması, yerli nüfusun kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmesi, Doğu Hint Adaları’nın ele geçirilmeye ve yağmalanmaya başlaması, Afrika’nın siyahilerin satılmak üzere avlandığı bir alan hâline gelmesi, kapitalist üretim çağı şafağının işaretleriydi. Bu sessiz gelişmeler, ilkel birikimin belli başlı adımlarıydı. …

“İlkel birikimin farklı önemli anlarının özellikle İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa ve İngiltere’de hemen hemen kronolojik bir sırayla yaşandığını görüyoruz. Bu farklı momentler, on yedinci yüzyılın sonunda İngiltere’de, sömürgeleri, kamu borçlarını, modern vergi ve korumacılık sistemlerini kapsayan sistematik bir bileşime varır. Bu yöntemler, bazen, örneğin sömürge sisteminde olduğu gibi kaba kuvvete dayanır. Ama hepsi de feodal üretim tarzının kapitalist tarza dönüşüm sürecini sera içine almışçasına hızlandırmak ve bu geçişi kısaltmak için, toplumun yoğunlaşmış ve örgütlenmiş gücü olan devlet iktidarını kullanır. Zor, yeni bir topluma gebe olan her eski toplumun ebesidir. Zorun kendisi ekonomik bir güçtür.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 703.)

İlkel sermaye birikimi süreci, geleneksel üreticilerden ekonomi dışı zor kullanımıyla, yani talanla, yağmayla kopardığı üretim ve geçim araçları üstünde özel mülkiyeti tesis eder. İlkel sermaye birikimini ekonomi dışı yapan odur ki, üretim ve geçim araçları özel mülk hâline getirilirken, mübadele ilişkisine başvurulmaz, yani koparılıp alınanların karşılığında ekonomik bir bedel ödenmez.

Ücretli emek – sermaye ilişkisi kurulup zamanla işçiler bu üretim tarzını kabullendikten sonra ekonomi dışı zor kullanımı geri plâna çekilir. Kapitalist üretim, mülksüzlerin etkili bir saldırısı olmadıkça, daha ziyade “ekonomik ilişkilerin sessiz zorlaması” ile yoluna devam eder:

“Emeğin koşullarının toplumun bir kutbunda sermaye hâlinde yoğunlaşması, toplumun öteki kutbunda ise işgüçlerinden başka satacak şeyleri olmayan insanların toplanması yeterli değildir. Hatta bunların işgüçlerini kendi istekleriyle satmaya zorlanmaları da yeterli değildir. Kapitalist üretimin ilerlemesi öyle bir işçi sınıfı ortaya çıkarır ki, işçiler eğitim, gelenek ve alışkanlıkları itibarıyla bu üretim tarzının koşullarını doğanın apaçık yasalarıymış gibi görür hâle gelirler.

“Kapitalist üretim sürecinin örgütlenmesi, bir kez tamamlandı mı, bütün direnişleri kırar. Durmaksızın bir nispi artı-nüfus yaratılması, işgücün arz ve talep yasasını, dolayısıyla ücretleri, sermayenin isteklerine tekabül eden sınırlarda tutar. Ekonomik ilişkilerin sessiz zorlaması, kapitalistin emekçiyi tahakküm altına almasını tamamlar. Ekonomik koşullar dışında, doğrudan zor, kuşkusuz hâlâ kullanılır ama ancak istisnai olarak kullanılır. İşlerin olağan gittiği sıralarda, emekçi ‘üretimin doğal yasalarına’ bırakılabilir. Yani, olağan hâllerde işçinin sermayeye olan bağımlılığına bel bağlamak mümkündür. İşçinin sermayeye olan bağımlılığı, üretimin kendi koşullarından doğan ve üretimin koşullarının sürekliliğiyle güvence altına alınan bir bağımlılıktır. Oysa kapitalist üretimin tarihsel doğuşu sırasında durum başka türlüdür. Yükseliş hâlindeki burjuvazi, ücretleri ‘düzenlemek’, yani ücretleri artı-değer üretimine uygun sınırlar içine girmeye zorlamak, iş gününü uzatmak, emekçiyi normal bir bağımlılık durumunda tutmak için devletin gücüne ihtiyaç duyar ve devlet gücünü kullanır. Bu, ilkel birikim denen şeyin esas öğelerinden biridir.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 688-689.)

Ekonomi dışı zor kullanımının geri plâna çekilmesi için, yani işçilerin ekonomik ilişkilerin sessiz zorlamasıyla işgüçlerinin metalaşmasına rıza göstermeleri için yüzyılların geçmesi gerekmiştir:

“‘Özgür’ emekçinin yaşam gereksinimleri karşılığında bütün aktif yaşamını, çalışma kapasitesini satmaya, bir tas çorba için doğuştan gelen haklarından vazgeçmeye razı olması, yani kapitalist üretimin gelişmesi yüzünden toplumsal koşullarca buna zorlanması yüzyıllar almıştır.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 258.)

İlkel sermaye birikimi momenti, ekonomi dışı zor kullanımıyla bağlıdır. Sermayenin kendine artı-değer katarak büyüdüğü olağan sermaye birikimi momenti ise ekonomi içi süreçlerin sessiz zorlamasıyla bağlıdır. Sonuçta her ikisi de mülksüz kılma sürecinin birbirini destekleyen farklı momentleridir.

İlkel sermaye birikimi momenti kapitalizmin doğuşunda yaşanıp bitmiş değildir. İlkel sermaye birikimi momenti, kapitalist üretim tarzının kurucu momenti olarak, günümüzde de kendini göstermektedir.

Sermaye, önüne çıkan eski ilişkileri hem dünya pazarının sessiz zorlamasıyla hem de ekonomi dışı zor kullanımıyla yıkmaktadır. Periferideki yerel yaşam tarzları çökertilmekte, halklar geleneksel geçim araçlarından yoksunlaştırılmaktadır.

Eğitim, sağlık gibi hizmetler, birçok ülkede, piyasa koşullarına belli ölçüde mesafeli yapılanmıştır. Sermayenin durmaksızın büyüme döngüsü, bu gibi hizmetlerin özelleştirilmesini, temel gıda maddelerinin, elektrik, su, doğalgaz gibi evsel girdilerin azgın piyasa koşullarına göre fiyatlandırılmasını dayatmaktadır.

Devletler, imar yasalarıyla oynayarak şehirlerdeki ortak yaşam alanlarını özel mülk hâline getirmekte, insanın inorganik bedeni olan doğayı vahşi madenciliğe, talana açmaktadırlar. Halktan peşin vergi, dolaylı vergi, katkı, kesinti adı altında düpedüz haraç alınmakta, bireysel kredi sistemiyle borçlandırılan emekçiler nefes almaksızın çalışmaya zorlanmakta, katlanarak artan faizler ödenemediği için emekçilerin elinde ne kaldıysa icra yoluyla onlar da gasbedilmektedir.

1 Response to İlkel sermaye birikimi

  1. Pingback: La Casa De Papel: Yaşayan Ölülere Mersiye – Hikaye Anlatıcı

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.