Marks’ın komünal insanlık öngörüsü

▪ Terminolojik tahrifat
▪ Adil dağıtım yaygarası
Gotha eleştirisindeki meşhur bölüm
▪ Komünal toplumda değer yasası çalışmaz
▪ Kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle
▪ Dünya-tarihsel devrimci dönüşüm dönemi
▪ Katkıya göre dağıtım
▪ Doğrudan toplumsal emek
▪ Meta mübadelesindeki aynı ilke
▪ Burjuva hak
▪ Komünal toplumda emek zamanının rolü
▪ Komünal toplumda emek zamanından iktisat
▪ Komünal toplumda emek alanı
▪ İnsanı parçalayan işbölümü
▪ İşbölümüne kölece boyun eğme
▪ Komünal insanlığın kurucu temeli

Marks’ın zamanında insanca yaşanacak topluma, her ikisi de aynı anlama gelmek üzere, sosyalizm ya da komünizm deniyordu. Sosyalizm adını ilk kez Pierre Leroux, 1832’de La Globe gazetesinde kullanmıştı. Komünizm adını da Etiénne Cabet, 1830’ların sonlarına doğru literatüre sokmuştu.

Marks, gelecekte yaratılacak olan özgürlük toplumuna şu sözlerle atıfta bulunmuştur:

“Komünal toplum”, “komünist toplum”, “komünizm”, “sosyalist toplum”, “sosyalizm”, “üretim sürecinin insan tarafından denetlendiği toplum”, “üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan kooperatif toplum”, “kooperatif üretim tarzı”, “işlerini ortak üretim araçlarıyla gören özgür bireyler topluluğu”, “özgür bireyler birliği”, “özgürce birleşmiş üreticiler toplumu”.

Yukarıdaki ifadeler, geleceğin özgür insanlığını, mevcut insana aykırı dünyanın inkârı olarak takdim eder. Şöyle ki:

Mevcut toplum komünal değildir, komün değildir, sosyal değildir. Mevcudun inkârıyla yaratılacak olan toplum ise komünaldir, komünisttir, sosyalisttir.

Mevcut toplumda üretim sürecini, değer yasasında teorisi yapılan değer, para, piyasa gibi insana aykırı, otonom güçler denetler. Gelecek toplumda ise değer yasası işlemez, çünkü üretim sürecini doğrudan doğruya insanların komünal iradesi denetler.

Mevcut toplum üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır, bu yüzden parçalıdır, kooperatif değildir. Gelecek toplum ise üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanır, bu sayede yekvücuttur, kooperatiftir.

Mevcut toplumda insanlar, meta, değer, para, piyasa gibi insana hasım toplumsal güçlere bağımlı oldukları için özgür değildir. Gelecek toplumda ise bu gibi insana aykırı toplumsal güçlerin esaretinden kurtulmuş olan özgür bireyler vardır.

Kurtuluşu mevcut sapkınlık hâlinin inkârı olarak tasavvur etme yöntemi uyarınca, geleceğin sahici insanlığına değer ötesi toplum da denir:

Mevcut insana aykırı dünya, değer toplumsal ilişkisinden neşet eder. Geriye kalan mübadele, meta, para, piyasa, ücret, fiyat, kâr, rant, ücretli emek, sermaye gibi sapkınlıkların hepsi, değer toplumsal ilişkisinin türevleridir.

Gotha Programının Eleştirisi, geleceğin özgür insanlığına, değer toplumsal ilişkisinin inkârı üzerinden ışık tutar. Gotha eleştirisine göre, özgür insanlık dünyası, ancak değer yasasının son bulduğu, yani değer ve ondan kaynaklanan bütün insana aykırı toplumsal ilişkilerin ortadan kalktığı teorik eşiğin aşılmasıyla doğacaktır. Bu bakımdan geleceğin özgürlük toplumu, aynı zamanda, değer ötesi toplumdur. 

Terminolojik tahrifat

Marks, 1875’de kaleme aldığı Gotha Programının Eleştirisi’nde, komünist toplumun içinde “komünist toplumun birinci aşaması” ve “komünist toplumun daha yüksek bir aşaması” diye iki aşamadan söz etmiştir. Marks’ın ölümünden sonra, Marks’ın “komünist toplumun birinci aşaması” dediğine “sosyalizm”, “komünist toplumun daha yüksek bir aşaması” dediğine de “komünizm” ya da “tam komünizm” diyen bir terminoloji uydurulmuştur.

Oysa Marks, sosyalizm ile komünizmi, yani sosyalist toplum ile komünist toplumu aynı anlamda kullanmıştır. Marks hiçbir yazısında komünist toplumun birinci aşamasına sosyalist toplum dememiştir.

Marks’ın terminolojisi bu şekilde çarpıtıldıktan sonra, Marks’ın komünal gelecek teorisini tahrif etmenin yolu açılmıştır. Böylece yaratılan zihin kargaşasında sosyalist toplum terimi, yanlış olarak,

– Kâh kapitalist toplumdan komünist toplumun birinci aşamasına geçiş toplumu anlamında,

– Kâh komünist toplumun birinci aşaması anlamında,

– Kâh bu her iki durumu da kapsar tarzda kullanılır olmuştur.

İkinci Enternasyonal, sosyalist toplum terimiyle yukarıdaki gibi oynayarak teoriyi tahrif etmiştir. Oysa sosyalist toplum, ne kapitalist toplumdan komünist toplumun birinci aşamasına geçiş toplumudur ne komünist toplumun birinci aşamasıdır ne de her ikisini kapsayan bir dönemdir.

Sosyalist toplum, bütün aşamaları içinde olmak üzere komünist toplumun ta kendisidir. Örneğin, “komünist toplumun birinci aşaması” ifadesi ile “sosyalist toplumun birinci aşaması” ifadesi aynı anlama gelir. Keza, “kapitalizmden sosyalizme geçiş” ile “kapitalizmden komünizme geçiş” aynı anlama gelir.

Marks’ın yazıları İkinci Enternasyonal’in uydurduğu terminolojiyle okununca, Marks’ın kapitalist toplumdan komünist toplumun birinci aşamasına geçiş dönemi, yani devrimci dönüşüm dönemi üstüne söyledikleri ile komünist toplumun birinci aşaması üstüne söyledikleri birbirine karışır. Tahrif edilmiş terminolojiyle Marks’ı okumanın zihinde nasıl bir kargaşa yarattığını aşağıdaki örnekte görelim:

“Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna bir de siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, bu dönemde devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (K. Marks, “Gotha Programının Eleştirisi”, 1875, MESE, İng., c. 3, s. 26.)

Marks’ın kendi terminolojisine sadık bir okuma, Marks’ın yukarıdaki paragrafını şöyle anlamak durumundadır:

“Kapitalist toplum ile komünist toplumun birinci aşaması arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna bir de siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, bu dönemde devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.”

Marks’ın cümleleri Marks’ın kendi terminolojisine uygun olarak yukarıdaki gibi okununca hiçbir anlam kayması olmaz. Marks’ın anlatmak istediği, özüne sadık kalarak ifade edilmiş olur.

Marks’ın yukarıda sunduğu teorik modeli şöyle maddeleyebiliriz:

1. Kapitalist toplum ile komünist toplumun birinci aşaması arasında devrimci dönüşüm dönemi vardır.

2. Bu devrimci dönüşüm dönemi üstüne proletaryanın devrimci diktatörlüğü oturur.

3. Devrimci dönüşüm dönemi bittikten sonra, yani proletaryanın devrimci diktatörlüğü sönümlendikten sonra komünist toplumun birinci aşaması başlar.

Şimdi uyduruk terminolojiyle aklı bağlanmış birinin, yani zihnine “komünist toplumun birinci aşaması”na sosyalist toplum, “komünist toplumun daha yüksek bir aşaması”na da komünist toplum denir virüsü bulaşmış birinin, Marks’ın yukarıdaki paragrafını nasıl anlayacağına bakalım:

“Kapitalist toplum ile komünist toplumun daha yüksek bir aşaması arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna bir de siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, bu dönemde devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.”

Bu durumda şöyle bir zihinsel çorbayla karşı karşıya kalırız:

1. Kapitalist toplum ile komünist toplumun daha yüksek bir aşaması arasında komünist toplumun birinci aşaması demek olan sosyalist toplum vardır. Siyasal iktidarın alınmasıyla komünist toplumun birinci aşamasına, yani sosyalist topluma geçilir. Sosyalist toplum, “tam komünizm”e geçiş toplumudur. Komünist toplumun birinci aşamasında “devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz”. O halde, proletarya diktatörlüğü ile komünist toplumun birinci aşaması, yani sosyalist toplum örtüşür!

2. Kapitalist toplum ile komünist toplumun daha yüksek bir aşaması arasında komünist toplumun birinci aşaması demek olan sosyalist toplum vardır. Ondan önce bir de devrimci dönüşüm dönemi vardır. Proletarya diktatörlüğü her ikisini birden kapsar!

Geçen yüzyılda yaşanan “reel sosyalizm”, yukarıdaki çorbayı kendi devletli varlığını meşrulaştırmak için resmî ideoloji olarak servis etmiştir. (Bu çalışmada komünal toplum, komünist toplum, sosyalist toplum terimlerini aynı anlamda kullanıyoruz.)

Adil dağıtım yaygarası

14-15 Şubat 1875 tarihinde, Almanya’nın Gotha kasabasında toplanan bir komisyon, Alman İşçileri Genel Derneği ile Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin birleşme kongresine sunulmak üzere bir program hazırladı. Program, görüşünü bildirsin diye Marks’a gönderildi. Marks, programı eleştiren kısa notlar yazdı ve kongre öncesinde ilgililere yolladı. Ancak Marks’ın eleştirileri hoşa gitmediği için kongreye duyurulmadı.

Birleşme kongresi, 22-27 Mayıs 1875’de toplanarak Almanya Sosyalist İşçi Partisi’ni kurdu. Kongre, Gotha programını az bir değişiklikle kabul etti. Marks’ın Gotha eleştirisi ise ancak 1891 yılında yayımlandı.

O zamanki Alman işçi hareketinde Ferdinand Lassalle’cı (1825 – 1864) fikirler yaygındı. Lasal, sosyalist toplumu, tüketim araçlarının adil dağıtımı olarak takdim ediyordu. Bu popülist takdim, sosyalist toplumun gerçek niteliğini açıklamıyordu.

Marks, Gotha eleştirisinde, “şu dağıtım denen şey için bu kadar yaygara koparılması”na itiraz etti. Marks’a göre, sosyalist toplumun asıl niteliğini anlamak için tüketim araçlarının dağıtımından önce üretimin koşullarının dağıtımına bakmak gerekiyordu:

“Şimdiye kadar yaptığım analizler bir yana, şu dağıtım denen şey için bu kadar yaygara koparılması ve esas vurgunun buna vurulması işin genelindeki bir hatadır.

“Her üretim tarzında tüketim araçlarının dağıtımı, bizatihi üretimin koşullarının dağıtımının bir sonucudur. Üretimin koşullarının dağıtımı da bizatihi üretim tarzının bir niteliğidir. Örneğin kapitalist üretim tarzı, yığınlar sadece işgücüne, yani üretimin kişisel koşuluna sahipken, üretimin maddi koşullarının sermaye ve toprak mülkiyeti biçiminde işçi olmayanların elinde bulunması gerçeğine dayanır. Eğer üretimin unsurları böyle dağıtılırsa tüketim araçlarının bugünkü dağıtımı bunun otomatik bir sonucudur.

“Eğer üretimin maddi koşulları işçilerin kendi kooperatif mülkü hâline gelirse, bunun sonucunda, tüketim araçlarının dağıtımı da şimdikinden değişik olacaktır. Vulgar sosyalizm … burjuva ekonomistlerden, dağıtımı üretim tarzından bağımsızmış gibi ele almayı ve bu yüzden de sosyalizmi öncelikle dağıtım çevresinde dönüp dolaşırmış gibi takdim etmeyi devralmıştır.” (K. Marks, “Gotha Programının Eleştirisi”, 1875, MESE, İng., c. 3, s. 19-20.)

Üretimin koşulları, üretimin öznel koşulu ile üretimin maddi koşullarından, başka bir deyişle, emek ile emeğin maddi koşullarından oluşur. Her üretim tarzında üretimin sonuçlarının nasıl dağıtılacağı, üretimin koşullarına sahipliğin durumuna bağlıdır.

Kapitalist toplumda üretimin koşullarına sahiplik öyle parçalanmıştır ki, bir yanda üretimin öznel koşuluna, yani işgücüne sahip olan işçiler, öte yanda da üretimin maddi koşullarına, yani geçim ve üretim araçlarına sahip olan kapitalistler vardır.

Bu durumda üretimin yapılabilmesi için çözülmesi gereken sorun, canlı emek ile emeğin maddi unsurlarının nasıl yan yana geleceğidir.

Sorunun çözümü özel mülkiyet ilişkisindedir. Üretimin maddi unsurları, özel mülkiyet altında zaten kapitalistlerin tasarrufundadır. Kapitalistler, üretimin maddi unsurlarının yanına öznel unsuru da katmak için, işçilerin işgücünü satın alırlar. Böylece, canlı emek ile emeğin maddi unsurları özel mülkiyetin toplumsal iktidarı altında birleşir ve üretim yapılabilir olur. Üretimin bütün unsurlarına bu şekilde sapkınca sahipleniş, kapitalistlere işçilerin ürettiği artı-değere “el koyma hakkı”nı verir.

Kapitalist toplumda işgücüne sahiplik ile üretimin maddi koşullarına sahipliğin birbirinden ayrı vazedilmiş olması, üretimin sonuçlarının dağıtılacağı insana aykırı tarzı da belirler: İşgücü sahibi olan işçiler ücret, geçim ve üretim araçları sahibi olan kapitalistler de kâr alır.

Tarımda ise toprak sahiplerinin çoğu, arazisini kapitalist girişimciye kiraya verip karşılığında toprak rantı alır. Toprak rantı, toprak sahibinin, kiracısı olan kapitalistin elde ettiği kârdan kira bedeli olarak aldığı paydır. Başka bir deyişle, toprak rantı, toprak sahibinin kiracısıyla ortaklaşa sömürdükleri artı-değerden payına düşen miktardır.

Ortaklaşa işçiyi sömürme durumu, sahibi olduğu para-sermayeyi kapitalist girişimciye kiraya verip karşılığında faiz alanlar için de geçerlidir. Kapitalist toplumda üretimin sonuçlarının dağıtımı, sömürü ilişkisini ifade eden ücret, kâr, toprak rantı, faiz gibi sapkın toplumsal biçimler altında gerçekleşir.

Doğrudan üreticiler üretimin maddi koşullarını komünal olarak sahiplenmedikçe, yani özel mülkiyet sapkınlığı ortadan kaldırılmadıkça, sömürü ilişkisinden arınmış bir dağıtım mümkün değildir. Üretimin maddi koşullarının sahipliğiyle ilgilenmeyen adil dağıtım yaygarası, bu nedenle, hedef şaşırtıcıdır.

İnsanlığın sosyalist topluma adım atacağı moment, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının yeniden birliğinin sağlanacağı momenttir. Sosyalist toplumda tüketim araçlarının dağıtım tarzı, bu kurucu momenti içinde barındıran bir sonuç olarak ortaya çıkar. 

Gotha eleştirisindeki meşhur bölüm

Marks Gotha Programının Eleştirisi’nde geleceğin komünal insanlığını şöyle tasavvur eder:

“Üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan kooperatif bir toplumda üreticiler ürünlerini mübadele etmezler. Aynı şekilde burada, ürünler için harcanmış emek de bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı maddi bir nitelik olarak görünmez. Çünkü şimdi artık, bireysel emek, kapitalist toplumdaki hâlinin tersine, toplam emeğin dolaylı değil, fakat doğrudan bir parçası olarak (doğrudan toplumsal emek olarak – YZ) vardır. …

“Burada karşı karşıya olduğumuz şey, kendi temelleri üzerinde gelişmiş biçimiyle bir komünist toplum değil, tersine, kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle bir komünist toplumdur. Dolayısıyla bu toplum, her açıdan, ekonomik, moral ve zihinsel açılardan, rahminden çıktığı eski toplumun doğum izlerini hâlâ taşır. Buna uygun olarak, bireysel üretici, topluma tam olarak ne vermişse -kesintiler yapıldıktan sonra- toplumdan onu geri alır.

“Bireysel üreticinin topluma verdiği, kendi bireysel emek miktarıdır (bireysel olarak sarf ettiği doğrudan toplumsal emek miktarıdır – YZ). Örneğin toplumsal iş günü bireysel çalışma saatlerinin toplamından oluşur. Bireysel üreticinin bireysel emek zamanı, onun toplumsal iş gününe katmış olduğu bölümdür, onun toplumsal iş günündeki payıdır. Bireysel üretici, toplumdan (ortak fonlar için sarf ettiği emek düşüldükten sonra) şu kadar emek miktarı katmıştır diye bir sertifika alır. Bu sertifika ile toplumsal stoklardan aynı emek miktarına mal olmuş tüketim araçları çeker. Topluma belli bir biçim altında verdiği (toplumsal – YZ) emeğin aynı miktarını, ondan başka bir biçim altında geri alır.

“Açıktır ki burada, eşit değerlerin mübadelesi söz konusu olduğu kadarıyla, meta mübadelesini düzenleyen ilkenin aynısı geçerlidir. İçerik ve biçim değişmiştir. Çünkü bu değiştirilmiş koşullar altında, birincisi, kimse emeğinden başka bir şey veremediği gibi, ikincisi, bireylerin mülkiyetine de bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama tüketim araçlarının bireysel üreticiler arasındaki dağıtımı dikkate alındığında, eşdeğer metaların mübadelesindeki aynı ilke geçerlidir. Belli bir biçim altındaki belli bir miktar (toplumsal – YZ) emek, başka bir biçim altındaki eşit miktar (toplumsal – YZ) emek ile mübadele edilir.

“Demek ki buradaki eşit hak ilke düzeyinde hâlâ burjuva haktır. Ama ilke ile pratik burada artık çatışma hâlinde değildir. Oysa meta mübadelesinde ise eşdeğerlilerin mübadelesi ancak ortalama olarak vardır, tekil durumlarda yoktur.

“Bu ilerlemeye karşın bu eşit hak hâlâ bir burjuva sınırlamayla lekelenmiştir. Üreticilerin hakkı sunmuş oldukları emekle orantılıdır. Buradaki eşitlik, ölçmenin eşit bir standartla, yani emekle yapılmasından ibarettir.

“Oysa bir kişi fiziksel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir ve bu nedenle aynı zaman süresi içinde daha çok emek harcayabilir ya da daha uzun zaman boyunca çalışabilir. Emeğin ölçü olarak hizmet görebilmesi için süresi ve yoğunluğunun tanımlanması gerekir, aksi takdirde ölçme standardı olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes herkes gibi sadece bir işçidir. Fakat bu eşit hak, bireylerin doğuştan gelen yeteneklerinin ve dolayısıyla üretici kapasitelerinin eşitsizliğini doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Bu nedenle, her hak gibi, bu eşit hak da özünde eşitsizliğe dayanan bir haktır.

“Hak, doğası gereği, ancak eşit bir standart kullanıldığında söz konusu olabilir. Fakat eşit olmayan bireyler (ki eşitsiz olmasalardı farklı bireyler olmazlardı), eğer eşit bir görüş açısından değerlendirilirlerse, sadece belli bir yönden ele alınırlarsa, örneğin bu durumda olduğu gibi sadece işçi olmalarına bakılırsa, başka hiçbir yanları dikkate alınmadan geriye kalan her şey göz ardı edilirse eşit bir standarda göre ölçülebilir olurlar.

“Dahası bir işçi evlidir, öteki değildir, birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır vb. Dolayısıyla, eşit emek harcayan herkesin böylece toplumsal tüketim fonundan eşit pay alması durumunda, biri gerçekte ötekinden daha fazla almış ve daha zenginleşmiş olacaktır vb. Bütün bu kusurlardan kaçınmak için, hakkın eşit olmak yerine eşitsiz olması gerekir.

“Ne var ki bu kusurlar, uzun doğum sancılarından sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle komünist toplumun birinci aşamasında kaçınılmazdır. Hak, hiçbir zaman, toplumun ekonomik yapısından ve onun belirlediği kültürel gelişme düzeyinden daha yüksek olamaz.

“Komünist toplumun daha yüksek bir aşamasında, bireyin iş bölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte kafa ile kol emeği arasındaki antitezin ortadan kalkmasından sonra, emeğin sadece yaşam aracı değil, fakat yaşamın en önemli gereksinimi hâline gelmesinden sonra, bireyin her yönüyle gelişmesiyle birlikte üretici güçlerin de artması ve kooperatif zenginliğin bütün pınarlarının gürül gürül akmasından sonra, işte ancak o zaman burjuva hakkın dar ufku bütünüyle aşılmış olacak ve toplum sancaklarına şunu yazabilecektir: Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!” (K. Marks, “Gotha Programının Eleştirisi”, 1875, MESE, İng., c. 3, s. 17-19.)  

Komünal toplumda değer yasası çalışmaz

Gotha eleştirisindeki meşhur bölümün giriş paragrafı, peşinden gelen bütün paragrafları bağlayan fikri zemini verir. Marks, bu ilk paragrafta, henüz komünal toplumun iç aşamalarına değinmeden önce, komünal toplumun bütün aşamalarında geçerli olan şu belirlemeleri yapar:

“Üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan kooperatif bir toplumda üreticiler ürünlerini mübadele etmezler. Aynı şekilde burada, ürünler için harcanmış emek de bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı maddi bir nitelik olarak görünmez. Çünkü şimdi artık, bireysel emek, kapitalist toplumdaki hâlinin tersine, toplam emeğin dolaylı değil, fakat doğrudan bir parçası olarak (doğrudan toplumsal emek olarak – YZ) vardır.”

Üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan kooperatif toplum, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının sahici birliğinin sağlanmış olduğu komünal toplumdur. Komünal toplumda “üreticiler ürünlerini mübadele etmezler”, yani insanları tahakküm altına alan mübadele ilişkisi yoktur.

Mübadele ilişkisi, ekonomi politiğin teorisini yaptığı ekonomik ilişkiler örgüsünün ayrılmaz bileşenidir. Mübadele ilişkisinin ortadan kalkması, mübadele ilişkisiyle birlikte işlev gören özel mülkiyet, meta, değer, para, pazar, ücretli emek, sermaye gibi öteki bileşenlerin de ortadan kalkması demektir. Bu insana aykırı toplumsal ilişkilerin yok edildiği teorik andan itibaren ekonomi politiğin, değer yasasının hiçbir hükmü kalmaz.

Pazarda satılmak için üretilen ürünlerin büründüğü sapkın toplumsal biçime meta denir. Metalar, pazarda tahakkuk eden mübadele değerlerine göre birbirleriyle mübadele edilirler.

Komünal toplumda ürünler pazarda satılmak için, yani meta biçiminde üretilmez. Komünal toplumda üretilen ürünler, kapitalist toplumda üretilen metalardan farklı olarak, ekonomi politiğin teorisini yaptığı anlamda bir değer içermez. Komünal toplumda üretilen ürünlerin mübadele değeri yoktur, fakat sadece kullanım değeri vardır. Kullanım değeri doğrudan doğruya toplumun tüketimini ilgilendirir. Komünal toplumda üretim, sadece kullanım değerleri yaratmak için yapılır.

Kapitalist toplumda birbirlerinden yalıtık üretim birimlerinde harcanan emekler, doğrudan toplumsal olmayan hâlde, yani özel hâlde vazedilirler. Yalıtık birimlerde harcanan özel emeklerin toplumsal emek olarak tanınmaları için mistik bir toplumsal süreçten geçmeleri gerekir.

Birbirlerinden yalıtık birimlerde harcanan emek miktarları, ürettikleri metalarda soğurulur. Metada soğurulan emek miktarı, toplumsal emek olarak tanınma yolunda pazarın sınavından geçer. Metada soğurulan emek miktarı, bu sınav esnasında, o metaın o an itibarıyla yeniden üretilmesi için toplumsal olarak gereken ortalama emek miktarının neresinde durduğuna göre değişen oranlarda bir toplumsal onay alır, yani bir mübadele değeri kazanır. Eğer üretilen meta satılamazsa o metada soğurulan emek, toplumsal emek mertebesine yükselememiş olur ki, değersiz damgası yiyerek israf hanesine yazılır.

Komünal toplumda ise toplumsal yarılmaya son verilip komünal birlik sağlandığı için, herkesin bireysel emeği daha baştan toplumsal emeğin bir parçası olarak vazedilir. Herkesin emeği komünal karakterde olunca, üretimde harcanan bireysel emeklerin, kapitalist toplumdaki bireysel emekler gibi metaın, değerin, paranın, pazarın toplumsallaşma sürecinden geçmesine gerek kalmaz.

Komünal toplumda herkesin emeğinin toplumsal emek olarak vazedilmesi sayesinde, “ürünler için harcanmış emek … bu ürünlerin değeri olarak” görünmez. Neticeten, komünal toplumda, aynı anlama gelmek üzere sosyalist toplumda değer yasası çalışmaz.

Kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle

Marks, yukarıdaki genel belirlemelerden sonra, ikinci paragraftan itibaren komünist toplumun birinci aşamasını anlatmaya başlar. Marks’ın birinci aşama için yaptığı ilk saptama şudur:

“Burada karşı karşıya olduğumuz şey, kendi temelleri üzerinde gelişmiş biçimiyle bir komünist toplum değil, tersine, kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle bir komünist toplumdur.”

Marks, onuncu paragrafta, komünist toplumun birinci aşamasının öncesine, “uzun doğum sancıları”nı yerleştirir:

“Uzun doğum sancılarından sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle komünist toplumun birinci aşaması”.

Görüldüğü gibi, Marks’ın kurgusal sıralamasına göre, önce uzun doğum sancıları çekilen bir dönem yaşanır, ondan sonra komünist toplumun birinci aşaması sahneye çıkar.

İlerideki sayfalarda, uzun doğum sancıları dönemine ışık tutan önemli bir açıklama vardır:

“Kapitalist toplum ile komünist toplum (komünist toplumun birinci aşaması – YZ) arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna bir de siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, bu dönemde devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (K. Marks, “Gotha Programının Eleştirisi”, 1875, MESE, İng., c. 3, s. 26.)

Gotha eleştirisinin bütünsel analizi, metindeki kurgusal akışın şöyle olduğunu gösterir:

– Kapitalist toplumun olağan hâli.

– Devrimci dönüşüm dönemi, proletaryanın devrimci diktatörlüğü, uzun doğum sancıları.

– Komünist toplumun birinci aşaması.

Yukarıdaki sıralama ışığında, Marks’ın komünist toplumun birinci aşaması için kullandığı “kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle bir komünist toplumdur” ibaresini nasıl anlamak gerekir?

– “Kapitalist toplumun olağan hâlinden çıkıp geldiği biçimiyle” diye mi?

– “Uzun doğum sancıları çekilecek devrimci dönüşüm döneminden çıkıp geldiği biçimiyle” diye mi?

Cahiliye devrinin cinci hocaları, zihinleri “reel sosyalizm” efsunuyla dumanlayan birinci şıkkı okuyup üflemişlerdir. Oysa Marks’ın teorik kurgusuna göre, komünist toplumun birinci aşaması, uzun doğum sancıları çekilecek devrimci dönüşüm döneminin, yani proletaryanın devrimci diktatörlüğü döneminin bittiği teorik eşik anından itibaren başlayacaktır.

Dünya-tarihsel devrimci dönüşüm dönemi 

Kapitalist toplumdan komünist toplumun birinci aşamasına geçiş, mevcut insana aykırı dünyanın yığınsal-pratik eleştirisi içinde insanın kendisini dar’a çekeceği, kendisiyle ve geçmişiyle hesaplaşacağı, binlerce yılın zihinlerde biriktirdiği parçalı, fantastik, mistik bilinç formlarıyla boğuşacağı, insanı parçalayan iş bölümünün, özel mülkiyetin, metaın, değerin, paranın, pazarın, ücretli emeğin, sermayenin, sınıfların, devletlerin ortadan kalkacağı, halkların içine hapsoldukları pratikleri aşarak evrensel insanlık pratiğine yükseleceği, kadın ile erkeğin birbiriyle sahici uyum kuracağı, insanın doğayla ahenk sağlayacağı uzun bir devrimci dönüşüm döneminin tamamlanmasıyla mümkündür.

Devrimci dönüşüm dönemi, kapitalizmin olağan işleyişinin sürdüğü bir dönem değildir. Mülksüzlerin yaşama anbean müdahale etmekte olduğu bu dönemde, insanı esaret altında tutan toplumsal ilişkiler mütemadiyen darbelenmekte, değer yasasının işleyişi baskılanmakta, bütün dünyada insanlık dönüşmekte, yani sahici insanlığın doğum sancıları çekilmektedir.

Mülksüzlerin gidişata el koyduğu devrimci dönüşüm döneminde, “toplumun eski örgütlenmesi”, yani kapitalizm, sınıflar ve sınıf mücadelesi henüz ortadan kalkmamıştır:

“Proletarya hükûmet iktidarını fethedince, onun düşmanları ve toplumun eski örgütlenmesi henüz ortadan kalkmamıştır. … Proletarya hâlâ bir sınıf olarak durmaktadır. Sınıf mücadelesinin ve sınıfların varlığının dayandığı ekonomik koşullar (özel mülkiyet, meta, değer, para, pazar, ücretli emek, sermaye koşulları – YZ) hâlâ ortadan kalkmamıştır.” (K. Marks, “Bakunin’in Devlet ve Anarşi Kitabı Üstüne”, 1874, Seçme Yazılar, çev. David McLellan, İng., s. 561.)

Marks’ın Paris Komünü yazılarında açıkladığı üzere, işçi sınıfının gidişatı ele almasından sonra sosyalizme ulaşmak için “uzun mücadelelerden, koşulların ve insanların dönüştüğü tarihsel süreçler dizisinden” geçmek gerekir. Kapitalizmin tasfiye edilip sosyalizmin kurulması “ancak zamanla ilerleyen bir iştir”:

“İşçi sınıfı Komün’den mucizeler beklemiyordu. İşçi sınıfının kararnâmeler çıkararak uygulamaya sokulacak hazır ütopyaları yoktur. İşçi sınıfı kendi kurtuluşunu gerçekleştirmek için … uzun mücadelelerden, koşulların ve insanların dönüştüğü tarihsel süreçler dizisinden geçmek zorunda olduğunu biliyor.” (K. Marks, “Fransa’da İç Savaş”, 1871, MESE, İng., c. 2, s. 224.)

“İşçi sınıfı sınıf mücadelesinin değişik aşamalarından geçmek zorunda olduğunu biliyor. İşçi sınıfı biliyor ki, emeğin köleliğinin ekonomik koşulları (kapitalizm – YZ) yerine, özgür ve birleşmiş emeğin koşullarının (sosyalizmin – YZ) gelmesi ancak zamanla ilerleyen bir iştir.” (K. Marks, “Fransa’da İç Savaş”, Birinci Taslak, 1871, Seçme Yazılar, çev. David McLellan, İng., s. 557.)

“Koşulların ve insanların dönüştüğü tarihsel süreçler dizisinde”, yani dünya-tarihsel devrimci dönüşüm döneminde kapitalizmin tasfiyesi hâlen sürmektedir, komünal insanlığın kuruluşu henüz tamamlanmış değildir. Bu nedenle, komünist toplumun birinci aşamasının başlayacağı teorik eşiğe kadar fırtınalar koparacak olan devrimci dönüşüm dönemi, tarihsel olarak kapitalizmin kapsama alanı içinde kalır.

Marks, uzun doğum sancılarının çekileceği devrimci dönüşüm dönemini kapitalist toplumun tarihsel çerçevesi içinde gördüğü için, uzun doğum sancılarından sonra doğacak olan komünist toplumun birinci aşamasını “kapitalist toplumdan çıkıp geldiği biçimiyle bir komünist toplumdur” diye tasvir etmiştir.

Katkıya göre dağıtım 

Binlerce yıllık yabancılaşmış faaliyet, insana, insana aykırı bir doğa nakşetmiştir. Dünya-tarihsel devrimci dönüşüm dönemi boyunca derinleşecek olan kurtuluş mücadelesi, binlerce yılın insana yaptığı tahribatla hesaplaşarak komünal insanlığı yaratacaktır.

Ancak, uzun doğum sancılarından sonra zuhur edecek olan komünist toplumun birinci aşaması hâlâ bazı kusurlar taşıyacaktır. Örneğin, komünist toplumun birinci aşamasında tüketim araçlarının dağıtımı ihtiyaca göre yapılamaz. Çünkü komünal üretkenlik henüz ihtiyaca göre dağıtımı mümkün kılacak düzeyde değildir. Bundan ötürü, çalışabilir durumdaki herkesin tüketim araçlarından pay alması için topluma emek katkısı sunması gerekir. Komünist toplumun birinci aşamasında tüketim araçlarına ulaşma ile emek katkısı arasında böyle bir bağın bulunması, emeğin hâlâ “yaşam aracı” olması anlamına gelir.

Bir şey verme ile bir şey alma eylemleri aslında birbirinden bağımsız eylemlerdir. Ancak binlerce yıllık mübadele ilişkisi, bu iki eylemi birbirinin koşulu hâline getirmiştir. Mübadele ilişkisinin zihinlere akarak oluşturduğu karşılıklılık normuna göre, bir şey verme ancak o şeyin karşılığının alınmasına bağlıdır.

Komünist toplumun birinci aşamasında üretici güçler henüz herkese yetecek bolluğu sağlayacak düzeyde değildir. Bu yüzden, binlerce yılın karşılıklılık normu hâlâ geçerliliğini korur. Bu norma uygun olarak, “bireysel üretici, topluma tam olarak ne vermişse -kesintiler yapıldıktan sonra-” karşılığında “toplumdan onu geri alır”.

Komünal emeğin üretkenliği ne kadar artarsa dağıtılacak tüketim araçları da o kadar artacaktır. Tüketim araçları arttıkça, dağıtım ile topluma verilen emek katkısı arasındaki bağın önemi azalmaya başlayacaktır. En nihayet, herkese yetecek zenginliğin üretilir hâle gelmesiyle, “kooperatif zenginliğin bütün pınarlarının gürül gürül akması”yla dağıtım, emek katkısına bağlı olmaktan çıkacak ve herkesin ihtiyacına göre yapılır olacaktır.

Marks, “herkese ihtiyacına göre” şiarını, komünist toplumun birinci aşamasını anlattıktan sonraki son paragrafta, “komünist toplumun daha yüksek bir aşaması”nda sancaklara yazar. Dikkat edilirse “daha yüksek bir aşama” ifadesinde herhangi bir sonulluk tınısı yoktur. Komünist toplumun gelişme evrelerinin sayısına herhangi bir sınırlama konmamıştır. Komünist toplumun evrimi, sonsuzluğa uzanan bir ucu açıklıkla tahayyül edilmiştir. Marks’ın, komünist toplumu, sürekli evrimleşen bir akış olarak zihninde canlandırdığı anlaşılmaktadır.

Doğrudan toplumsal emek

Komünist toplumun birinci aşamasının başladığı teorik andan itibaren bireysel üreticinin işgücü, meta olmaktan kurtulur ve yaratıcılık kapasitesi olarak insana geri döner. Bu teorik andan itibaren özgür bireylerin işgücü, toplumun birleşik işgücünün bir parçası olur:

“Şimdi, … işlerini ortak üretim araçlarıyla gören bir özgür bireyler topluluğu resmi çizelim. Bu toplulukta bütün farklı bireylerin işgücü, bilinçli olarak, topluluğun birleşik işgücü olarak kullanılır.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 82-83.)

Komünist toplumun birinci aşamasında bireysel üretici topluma, işgücü metaı değil, fakat fiilen harcadığı doğrudan toplumsal emek zamanını verir. Bireysel üretici, topluma verdiği emek katkısının karşılığında ücret almaz. Bireysel üretici, topluma verdiği doğrudan toplumsal emek miktarından kesintiler yapıldıktan sonra geriye kalan miktarı gösteren bir sertifika alır:

“Bireysel üreticinin topluma verdiği, kendi bireysel emek miktarıdır. Örneğin toplumsal iş günü bireysel çalışma saatlerinin toplamından oluşur. Bireysel üreticinin bireysel emek zamanı, onun toplumsal iş gününe katmış olduğu bölümdür, onun toplumsal iş günündeki payıdır. Bireysel üretici, toplumdan (ortak fonlar için sarf ettiği emek düşüldükten sonra) şu kadar emek miktarı katmıştır diye bir sertifika alır. Bu sertifika ile toplumsal stoklardan aynı emek miktarına mal olmuş tüketim araçları çeker.”

Gotha eleştirisinin “sertifika” dediği kâğıt, Kapital’de “kupon” diye geçer. Bu kâğıtlar, değerin fetiş biçimi olan para değildir:

“Toplumsallaştırılmış üretimde para-sermaye ortadan kaldırılmıştır. İşgücünü ve üretim araçlarını farklı üretim dallarına toplum dağıtmaktadır. Üreticiler, emek zamanlarına tekabül eden bir miktarı, tüketim mallarının toplumsal arzından çekme hakkını kendilerine tanıyan bir kâğıt kupon alırlar. Bu kuponlar para değildir. Bunlar dolaşıma girmezler.” (K. Marks, Kapital, İng., c. 2, s. 362.)

Eğer komünist toplumun birinci aşamasında herkesin emeğinin doğrudan toplumsal emek olarak vazedildiği akılda tutulmazsa yukarıdaki “sertifika” ya da “kupon” ile Marks’ın yıllar önce eleştirdiği John Gray’in “makbuz”u arasındaki fark anlaşılmaz.

Ütopik sosyalist John Gray, 1831’de yayımlanan Toplumsal Sistem adlı çalışmasında, toplumsal sorunların kaynağı olarak gördüğü paranın kaldırılarak yerine emek-paranın getirilmesi gerektiğini ileri sürmüştü.

Gray’in önerisine göre, bir merkez bankası kurulmalı ve bu kurum her metaın üretiminde harcanan emek zamanını belirlemeliydi. Bireysel üreticiler, ürettikleri metaları merkez bankasına teslim edip karşılığında o metaların içerdiği emek zamanını gösteren bir makbuz almalıydılar. Daha sonra, makbuzlarda yazılı olan emek zamanı karşılığında, aynı emek zamanına mal olmuş tüketim mallarını depolardan çekmeliydiler.

Gray’in akıl erdiremediği husus, metalar pazara çıkıp satılmadıkça o metalarda soğurulan özel emeklerin toplumsal emek mertebesine yükselemeyeceği idi.

Piyasa süreçlerinden geçmemiş metaların içerdiği emek, henüz toplumsal onay almamış olan özel emektir. Bu bakımdan Gray’in makbuzunun belgelediği, yalıtık üreticilerin bir metaı üretirken harcadıkları özel emek miktarıdır. Marks’ın sertifikasının belgelediği ise komünal üreticilerin topluma verdikleri doğrudan toplumsal emek miktarıdır.

Gray’in makbuzu özel emek miktarını, Marks’ın sertifikası ise toplumsal emek miktarını gösterdiği için birbirinden farklı dünyalara aittir. Gray’in makbuzu meta ilişkileri dünyasına aittir. Marks’ın sertifikası ise meta ilişkilerinin ortadan kalktığı ve yerine komünal ilişkilerin geldiği komünal dünyaya aittir. Bu nedenle aralarında bir benzerlik yoktur.

Ütopik sosyalistler, Marks’tan çok önce, metalarda içerilen emek zamanının metaların değer büyüklüğünü belirlediğini keşfetmişlerdi. Ancak metaı, değeri, parayı, pazarı hakkıyla çözümleyemedikleri için, bu mistik toplumsal ilişkilerin aslında, yalıtık birimlerde harcanan özel emekleri toplumsal emek mertebesine yükselten dolambaçlı süreçler olduğunu anlayamadılar.

Gray, emek zamanı değerin ölçüsü olduğuna göre, para pekâlâ aradan çıkarılabilir ve onun yerine harcanan emek zamanını belgeleyen makbuzlar konabilir diye düşündü. Marks, bu akıl yürütmenin tutarsızlığını şöyle sorguladı:

“Emek zamanı değerin içsel ölçüsü olduğuna göre, onun yanında niye dışarıdan başka bir ölçü (para – YZ) kullanılır? Mübadele değeri niye fiyata dönüşür? Bütün metaların değeri niye ayrıcalıklı bir meta ile ölçülür, ki bu ayrıcalıklı meta böylece mübadele değerinin uygun ifadesi olarak para biçimini alır?

“İşte Gray’in çözmesi gereken (teorik – YZ) sorun buydu. Fakat Gray bunu çözmek yerine, metaların toplumsal emek ürünleri olarak doğrudan doğruya birbirleriyle mukayese edilebileceğini varsaydı. … Metalar, düpedüz yalıtık, bağımsız, bireysel (özel – YZ) emek çeşidinin ürünleridir. Bu çeşit emekler, bireysel mübadele süreci içinde yabancılaşmak (başka ellere geçmek – YZ) suretiyle, genel toplumsal emek olduklarını kanıtlamalıdırlar. Başka bir deyişle, meta üretimi temelinde emek, ancak bireysel (özel – YZ) çeşit emeklerin evrensel yabancılaşması (başka ellere geçmesi – YZ) sonucunda toplumsal emek olur. Fakat Gray, metaların içerdiği emek zamanını doğrudan toplumsal emek zamanı olarak kabul edince, o emek zamanının komünal emek zamanı ya da doğrudan birleşmiş bireylerin emek zamanı olduğunu sanmış oluyor.

“Gray’e göre, ürünler meta olarak üretilmelidir ama meta olarak mübadele edilmemelidir.” (K. Marks, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, 1859, http://www.marxists.org/archive/marx/works/1859/critique-pol-economy/ch02b.htm)

Üretim sırasında doğrudan toplumsal olmayan emekler, öznel kabullerle, siyasal kararlarla, “proleter devlet” zoruyla toplumsal emek diye ilân edilince, toplumsal emek mertebesine erişmiş olmaz. Bireysel emeklerin sahiden toplumsal emek karakteri taşıması için, doğrudan üreticilerin yalıtık birey olmaktan çıkıp komünal birey hâline gelmesi, yani doğrudan üreticilerin komünal birlik hâlinde komünal üretim yapması gerekir.

Meta mübadelesindeki aynı ilke

“Tüketim araçlarının bireysel üreticiler arasındaki dağıtımı dikkate alındığında, eşdeğer metaların mübadelesindeki aynı ilke geçerlidir. Belli bir biçim altındaki belli bir miktar (toplumsal – YZ) emek, başka bir biçim altındaki eşit miktar (toplumsal – YZ) emek ile mübadele edilir.”

Hem komünist toplumun birinci aşamasında hem de meta mübadelesinde aynı olan ilke, “toplumsal emeğin eşit miktarları birbiriyle mübadele edilir” ilkesidir. Bu ilkenin her iki durumda da geçerli olması, gevşek aklın hezeyan ettiği gibi, komünist toplumun birinci aşamasında değer yasasının çalıştığı anlamına asla gelmez.

Meta mübadelesinde yalıtık üreticiler, harcadıkları emek miktarlarını değil, fakat ürettikleri metaları mübadele ederler. Komünist toplumun birinci aşamasında ise komünal üreticiler, harcadıkları emeklerin eşit miktarlarını mübadele ederler. Komünal üreticiler üretimde harcadıkları emekleri birbirleriyle doğrudan doğruya mübadele edebilirler, çünkü her bir komünal üreticinin harcadığı emek daha baştan toplumsal emektir.

Meta mübadelesi dünyasında bireysel üreticilerin emeği fiilen harcanırken özel emek olarak görünür. Bu yüzden, üretimde harcanan bireysel emek miktarları doğrudan doğruya mübadele edilemez. Bu sorun, metaın, değerin, paranın, piyasanın rol aldığı maskeli baloda çözülür. Meta mübadelesi dünyasında “toplumsal emeğin eşit miktarları birbiriyle mübadele edilir” ilkesi, piyasa curcunasında çarpılmaya uğradığı için, “eşdeğer metalar birbiriyle mübadele edilir” diye formüle edilir.

Komünist toplumun birinci aşamasında ise “toplumsal emeğin eşit miktarları birbiriyle mübadele edilir” ilkesi doğrudan ve saydam olarak hayata geçer. Çünkü burada, herkesin emeği daha baştan toplumsal emek olarak vazedildiği için, meta mübadelesindeki gibi mistik bir toplumsallaşma sürecinden geçmesine gerek kalmaz. Bu sayede, bireylerin farklı biçimler altında harcadıkları toplumsal emeğin eşit miktarları birbiriyle doğrudan doğruya mübadele edilebilir. Emek mübadelesindeki bu doğrudanlıktan ötürü, komünist toplumun birinci aşamasında, “toplumsal emeğin eşit miktarları birbiriyle mübadele edilir” ilkesi ile pratik çatışma hâlinde değildir.

Meta mübadelesinde metaların birbirlerinin ne kadarının eşdeğeri olduğunu tayin eden irade, değer toplumsal ilişkisinin gayri şahsi, otonom iradesidir. Pazarda karşı karşıya gelen iki mübadelecinin sahibi oldukları metaları anlaştıkları bir oranla mübadele etmeleri, sanki onların özgür iradelerinin bir tecellisiymiş gibi görünür. Ancak tekil değil de binlerce durumda yapılan pazarlıklar dikkate alındığında, her tekil durumda anlaşmaya varılan mübadele oranlarının, aslında, her tekil pazarlığın oluşmasına katkıda bulunduğu “toplumsal olarak gereken ortalama emek miktarı” standardı etrafında döndüğü görülür.

Demek ki, bir metaın ne kadarının öteki metaın eşdeğeri olduğunu, mübadelecilerin özgür iradesi değil, fakat mübadelecilerin iradesi dışındaki mistik süreçlerin ortaya çıkardığı toplumsal olarak gereken ortalama emek miktarı standardı tayin eder. Toplumsal olarak gereken ortalama emek miktarının koyduğu eşik, üretilen meta-değerlerin pazardaki fiyat hareketleri içinden geçerek para-değerlere dönüşme süreci tamamlandıktan sonra belli olur. Bu önceden bilinemez ve oynak işleyişten ötürü, meta mübadelesinde “eşdeğerlilerin mübadelesi ancak ortalama olarak vardır, tekil durumlarda yoktur”.

Burjuva hak

Marks’ın öngörüsüne göre, komünist toplumun birinci aşamasında tüketim araçlarının çalışabilir bireyler arasındaki dağıtımı, emek katkısına göre yapılacaktır. Çünkü komünal üretkenlik henüz herkesin ihtiyacına göre dağıtımı mümkün kılacak düzeyde değildir.

Komünist toplumun birinci aşamasında her üretici birey, topluma belli bir biçim altında verdiği toplumsal emeği, toplumsal fonlar için kesintiler yapıldıktan sonra “başka bir biçim altında”, yani tüketim araçları biçiminde geri alacaktır:

“Tüketim araçlarının bireysel üreticiler arasındaki dağıtımı dikkate alındığında, eşdeğer metaların mübadelesindeki aynı ilke geçerlidir. Belli bir biçim altındaki belli bir miktar (toplumsal – YZ) emek, başka bir biçim altındaki eşit miktar (toplumsal – YZ) emek ile mübadele edilir.

“Demek ki buradaki eşit hak ilke düzeyinde hâlâ burjuva haktır. … Üreticilerin hakkı sunmuş oldukları emekle orantılıdır. Buradaki eşitlik, ölçmenin eşit bir standartla, yani emekle yapılmasından ibarettir.”

Komünist toplumun birinci aşamasında komünal üreticilerin tüketim araçlarına ulaşma hakkı, her üretici bireye aynı ölçütün uygulanması anlamında eşittir. Herkese uygulanan aynı ölçüt, her bir komünal üreticinin toplumsal iş gününe kattığı emek zamanıdır.

Herkese aynı ölçütün uygulanması, yani eşit hak “ilke düzeyinde hâlâ burjuva haktır”. Marks burada burjuva hak tâbirini kullanırken şu tarihsel gerçeğe atıf yapar:

Kişisel bağımlılık ilişkilerinin egemen olduğu kapitalizm öncesi toplumlarda, köle ve serfler mülk sahiplerine kişisel olarak bağımlıdırlar. Bu toplumlarda devlet, kişiler arasındaki bağımlılık ilişkilerini, yani kişilerin eşitsizliğini resmen tesciller. Kişisel bağımlılık ilişkilerinin yerini nesnel bağımlılık ilişkilerinin aldığı burjuva toplumda ise işçiler “özgür”dür. Kanun nazarında herkes eşittir.

Burjuva toplum, meta mübadelesinin genelleşerek yaşamın her alanını sardığı toplumdur. Meta mübadelesinde, ilke olarak, eşit değerdeki metalar birbirleriyle mübadele edilir. Eşdeğerliler mübadelesinin yayılması, birbirleriyle metalar aracılığıyla toplumsal ilişki kuran yalıtık bireyler arasında nominal eşitliğin yerleşmesini sağlamıştır.

Burjuva toplumda bireylerin hukuken eşit sayılması, herkesin eşit olduğu anlamına gelmez. Burjuva hukuk, üretim araçlarına sahiplik açısından eşitsiz vazedilen bireyleri, sadece nominal olarak eşit sayar.

Sınıfsal olarak eşitsiz vazedilen bireylerin nominal olarak eşit sayılması tarihte ilk kez burjuva toplumda gerçekleştiği için, eşitsizlik içeren eşit hakka burjuva hak denmiştir.

Komünist toplumun birinci aşamasında üretim araçları üstündeki komünal mülkiyetten ötürü sınıflar ve sınıfsal eşitsizlik yoktur. Ancak, çalışabilir durumdaki komünal bireylerin tüketim araçlarından pay alma hakkının topluma verdikleri emek katkısıyla orantılı olması, tek tek bireyler açısından eşitsizliğe yol açar.

Komünist toplumun birinci aşamasındaki burjuva hakkın içerdiği eşitsizlik, kapitalist toplumdaki gibi sınıfsal eşitsizlikten değil, fakat tek tek komünal bireylerin tüketim ihtiyaçlarının ve üretici kapasitelerinin eşitsizliğinden kaynaklanır.

Aşağıdaki altı çizili ifadeler, birinci aşamadaki komünal bireylerin üretici kapasitelerinin doğuştan gelen yetenekleri itibarıyla eşitsiz olduğunu şöyle anlatır:

“Oysa bir kişi fiziksel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir ve bu nedenle aynı zaman süresi içinde daha çok emek harcayabilir ya da daha uzun zaman boyunca çalışabilir. Emeğin ölçü olarak hizmet görebilmesi için süresi ve yoğunluğunun tanımlanması gerekir, aksi takdirde ölçme standardı olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes herkes gibi sadece bir işçidir. Fakat bu eşit hak, bireylerin doğuştan gelen yeteneklerinin ve dolayısıyla üretici kapasitelerinin eşitsizliğini doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Bu nedenle, her hak gibi, bu eşit hak da özünde eşitsizliğe dayanan bir haktır.” (abç)

Birinci aşamadaki komünal bireylerin üretici kapasitelerinin yanı sıra tüketim ihtiyaçları da eşitsizdir:

“Dahası bir işçi evlidir, öteki değildir, birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır vb. Dolayısıyla, eşit emek harcayan herkesin böylece toplumsal tüketim fonundan eşit pay alması durumunda, biri gerçekte ötekinden daha fazla almış ve daha zenginleşmiş olacaktır vb. Bütün bu kusurlardan kaçınmak için, hakkın eşit olmak yerine eşitsiz olması gerekir.”

Komünist toplumun birinci aşamasında çalışabilir durumdaki herkese aynı standardın uygulanması eşit olmayan sonuçlar verir. Daha uzun süre çalışabilen komünal bireyler daha çok tüketim aracı almaya hak kazanırlar. Sınıfsal eşitsizlik yoktur ama farklı miktarlarda hak edişlerde tezahür eden bireysel eşitsizlikler vardır. “Ne var ki bu kusurlar, … komünist toplumun birinci aşamasında kaçınılmazdır. Hak, hiçbir zaman, toplumun ekonomik yapısından ve onun belirlediği kültürel gelişme düzeyinden daha yüksek olamaz.”

Cahiliye devrinin kıt zihinleri, komünist toplumun birinci aşamasında komünal bireyler arasında farklı miktarlarda hak edişler olacağına göre, bu eşitsizliğe hitap etmek üzere meta, değer, para, pazar gibi ilişkilerin de olması gerekir, dolayısıyla değer yasasının çalışması gerekir diye akıl yürütmüşlerdir. Oysa komünist toplumun birinci aşamasındaki komünal bireylerin üretici kapasiteleri ve tüketim ihtiyaçları bakımından bireysel bazda eşitsiz olmaları ile kapitalist toplumdaki meta, değer, para, pazar gibi insana aykırı ilişkilerde tezahür eden toplumsal eşitsizlikler aynı terazide tartılır değildir.

Evet, kapitalist toplumda da insanlar, üretici yetenekleri ve tüketim ihtiyaçları bakımından bireysel bazda eşitsizdirler. Ancak meta, değer, para, pazar, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı ilişkiler, bu eşitsizlikten kaynaklanmaz. Kapitalist ilişkiler, üretimin özel emekle ve özel mülkiyet sapkınlığı altında yapılmasından kaynaklanır.

Kapitalist toplumda işgücü sahibi işçiler ile üretim ve geçim aracı sahibi kapitalistler, sahibi oldukları eşdeğerlileri mübadele etmeleri hasebiyle, dolaşım düzeyinde zahiren eşittirler. Ancak mübadele edilenin işgücü metaı ile ücret olması, komünist toplumun birinci aşamasındaki durumun tersine, sınıf farkı tanıdığı için daha baştan toplumsal eşitsizliği içinde barındırır. Yani kapitalist toplumda “herkes herkes gibi sadece bir işçi” değildir.

Kapitalist toplumdaki eşitsizlik, esas olarak, insanların kendi yabancılaşmış faaliyetleriyle yarattıkları toplumsal eşitsizliktir. Sosyalist toplumsal devrim, insanlar arasındaki üretici yetenekler ve tüketim ihtiyaçları bakımından bireysel eşitsizlikleri değil, fakat yabancılaşmış faaliyeti ve onun yarattığı toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldıracaktır.

Komünal toplumda emek zamanının rolü

Marks’ın komünal toplumda aşamalar fikrini ilk kez Gotha Programının Eleştirisi’nde ele aldığı sanılır. Oysa Marks daha önce Kapital’de konuya şöyle değinmiştir:

“Şimdi, … işlerini ortak üretim araçlarıyla gören bir özgür bireyler topluluğu resmi çizelim. Bu toplulukta bütün farklı bireylerin işgücü, bilinçli olarak, topluluğun birleşik işgücü olarak kullanılır. Robinson’un emeğindeki bütün karakteristikler burada tekrarlanır ama şu farkla ki, buradaki emek bireysel olmak yerine toplumsaldır. Robinson’un ürettiği her şey sırf kendi kişisel emeğinin sonucuydu, bu nedenle de Robinson için sadece bir kullanım nesnesiydi. Bizim topluluğun toplam ürünü toplumsal üründür. Bunun bir bölümü yeni üretim araçları olarak iş görür ve toplumsallığı devam eder. Ama öteki bölümü üyelerce geçim aracı olarak tüketilir. Dolayısıyla ikinci bölümün üyeler arasında dağıtımı zorunludur. Bu dağıtım biçimi, topluluğun üretken örgütlenmesine ve üreticilerin ulaştıkları tarihsel gelişmenin derecesine bağlı olarak değişir.

“Metaların üretimi ile fakat sadece bir paralellik kurmuş olmak için, her bir bireysel üreticinin geçim araçlarındaki payının, onun emek zamanı ile belirlendiğini varsayalım. Bu durumda emek zamanı ikili bir rol oynar. Emek zamanın belirli bir toplumsal plâna uygun olarak paylaştırılması, yapılacak farklı iş türleri ile topluluğun çeşitli ihtiyaçları arasındaki doğru dengenin korunmasını sağlar. Öte yandan, emek zamanı, her bir bireyin ortak emeğe yaptığı katkıyı ve toplam ürünün bireysel tüketime ayrılmış bölümünden alacağı payı ölçmeye de yarar. Bu durumda bireysel üreticilerin hem emekleri hem de emek ürünleri bakımından toplumsal ilişkileri gayet basit ve anlaşılırdır. Bu, yalnızca üretim için değil, fakat dağıtım için de böyledir.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 82-83.)

Birinci paragrafta, komünal toplumun üretici güçlerin gelişme düzeyine göre aşamalardan geçeceği öngörüsü şöyle ifade edilmektedir:

“Bu dağıtımın biçimi, topluluğun üretken örgütlenmesine ve üreticilerin ulaştıkları tarihsel gelişmenin derecesine bağlı olarak değişir.”

İkinci paragrafta, adı konmadan komünal toplumun birinci aşaması anlatılmaktadır. Çünkü, “her bir bireysel üreticinin geçim araçlarındaki payının, onun emek zamanı ile belirlendiğini varsayalım” ile Gotha eleştirisindeki “emek katkısına göre dağıtım”ın söylediği aynıdır.

Paragrafa göre, komünal toplumun birinci aşamasında emek zamanı şu iki rolü oynar:

  1. Özgür bireyler topluluğu, elindeki toplam emek zamanını, “yapılacak farklı iş türleri ile topluluğun çeşitli ihtiyaçları arasındaki doğru denge”yi koruyacak şekilde dağıtacaktır. Başka bir deyişle, komünal irade komünal ihtiyaçlar doğrultusunda eldeki toplam emek zamanının ne kadarını, hangi işlere tahsis edeceğine karar verecektir.
  1. “Öte yandan, emek zamanı, her bir bireyin ortak emeğe yaptığı katkıyı ve toplam ürünün bireysel tüketime ayrılmış bölümünden alacağı payı ölçmeye de yarar.” Emek zamanının oynadığı bu ikinci rolü, Marks yıllar sonra Gotha eleştirisinde “emek katkısına göre dağıtım” olarak formüle edecektir.

Komünal toplumun birinci aşamasında tüketim araçlarının bireysel üreticiler arasındaki dağıtımı, her bireysel üreticinin topluma verdiği emek zamanına göre yapılır. Çalışabilir durumdaki herkes, çalışmasının tüketim araçları için olan kısmını gösteren bir sertifika alır. Bireysel üretici, böylece, sertifikadaki emek miktarına eşit miktarda emeğe mal olmuş tüketim araçlarını toplumsal stoklardan çekmeye hak kazanır.

Komünal toplumun ikinci aşamasında ise komünal üretici güçler herkese yetecek kadar tüketim aracı üretebilir hâle gelince, tüketim araçlarından pay alma ile emek katkısı arasındaki bağ ortadan kalkar. Herkes komünal tüketim araçları stoklarından ihtiyacı kadarını alır.

O hâlde, komünal toplumun ikinci aşamasında emek zamanının “her bir bireyin ortak emeğe yaptığı katkıyı ve toplam ürünün bireysel tüketime ayrılmış bölümünden alacağı payı ölçme” gibi bir işlevi kalmaz. Yani emek zamanının komünal toplumun birinci aşamasında oynadığı ikinci rol, birinci aşamanın bitişiyle birlikte sona erer.

Ancak, komünal toplumun ikinci aşamasında emek zamanı, birinci aşamada oynadığı birinci rolü oynamaya devam eder. Komünal toplum, ikinci aşamada da elindeki toplam emek zamanını, yapılacak farklı iş türleri ile toplumsal ihtiyaçlar arasında doğru dengeyi koruyacak şekilde dağıtmayı sürdürür.

Komünal toplumda emek zamanından iktisat

Canlı emek, emek süreci boyunca üretilmekte olan ürüne katılarak “ölür”. Bundan ötürü ürünün nesnel varlığında içerilmiş bulunan emeğe ölü emek denir. Üretimin maddi koşulları, önceki üretim süreçlerinde yaratılan ürünlerden oluşur. O hâlde üretimin maddi koşulları, geçmişten kalan ölü emek zamanını temsil eder.

İşgücü ile üretimin maddi koşulları, toplumun elindeki toplam canlı ve ölü emek zamanını ya da kısaca toplam emek zamanını temsil eder. Toplumun elindeki toplam canlı ve ölü emek zamanını farklı üretim dallarına tahsis etme tarzı, üretim tarzının niteliğinde verilidir.

Kapitalizmde toplam emek zamanının çeşitli üretim dalları arasında ne oranlarda dağılacağını, “toplumun kendi çalışma zamanı üzerindeki doğrudan ve bilinçli denetimi” değil, fakat toplumun denetimi dışındaki fiyat hareketleri düzenler:

“Aslında hiçbir toplum biçimi, toplumun kullanımındaki çalışma zamanının üretimi şöyle ya da böyle düzenlemesini engelleyemez. Ne var ki bu düzenleme, toplumun kendi çalışma zamanı üzerindeki doğrudan ve bilinçli denetimiyle değil -ki bu ancak ortak mülkiyetle mümkündür-, fakat meta fiyatlarının hareketiyle olur.” (K. Marks, “Engels’e Mektup”, 8 Ocak 1868, Seçme Yazışmalar, İng., s. 187.)

Meta fiyatlarının, arz ve talebin dalgalanması gibi piyasa hareketleri, değer yasasının işleyişi olarak teorize edilir. Piyasa hareketleri, insanların kendi faaliyetlerinin insanlara hükmettiği koşullarda, geriye dönük “üretim plânlaması” yapar. İleriye yönelik, sahici plânlama ise ancak insanların kendi faaliyetlerini kendi komünal kontrolleri altına aldığı koşullarda mümkün olur. Bu nedenle, piyasanın insan kontrolü dışındaki geriye dönük, yıkıcı plânlaması ile toplumun kolektif kontrolünü ifade eden ileriye yönelik, sahici plânlama birbirini dışlar.

Emek zamanından iktisat yasası, bütün toplumsal aşamalarda geçerlidir. Bu bağlamda, komünal toplum, kontrolündeki toplam canlı ve cansız emek zamanını çeşitli üretim dalları arasında en tasarruflu biçimde dağıtır:

“Komünal üretimde de emek zamanının belirlenmesi şüphesiz zorunludur. Toplum buğday, sığır vb. üretmek için ne kadar az zamana ihtiyaç gösterirse maddi ya da zihinsel öteki üretimler için de o kadar zaman kazanır. Tıpkı bir bireyin olduğu gibi toplumun da çok yönlü gelişmesi, doyumu ve faaliyeti zamandan tasarrufa bağlıdır. Bütün iktisat biçimleri, son tahlilde, zamandan iktisada indirgenebilir. Dolayısıyla, toplumun bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde üretimi başarabilmesi için zamanını hedefe yönelik olarak bölüştürmesi şarttır. …

“O hâlde, zamandan iktisat ve çalışma zamanının çeşitli üretim dalları arasında plânlı dağıtımı, komünal üretim temeli üzerinde de ilk iktisat yasası olarak kalır. Hatta daha yüksek düzeyde bir yasa hâline gelir. Ancak bu, mübadele değerlerinin (emek ve emek ürünlerinin) emek zamanı ile ölçülmesinden esastan farklıdır.” (K. Marks, Grundrisse, 1857-1858, çev. Martin Nicolaus, İng., s. 172-173.)

Genel olarak emeğin üretici güçlerinin gelişmesi, emek zamanından daha çok iktisat yapılmasını mümkün kılar. Ancak, emeğin üretici güçlerinin sermaye boyunduruğu altında gelişmesi, bir bütün olarak emek zamanını değil, fakat onun bir parçası olan gerekli emek zamanını düşürür. Kapitalist üretim koşullarında zamandan iktisat, gerekli emek zamanının giderek azalması, dolayısıyla ona nispetle artı-emek zamanının çoğalması, böylece artı-değer kitlesinin büyümesi olarak gerçekleşir.

Komünal toplumda ise zamandan iktisat, komünal bireylerin üretime hasrettiği toplam zamanın giderek azalması, böylece komünal bireylerin serbestçe kullanabileceği üretim dışı zamanın giderek artması olarak gerçekleşir.

Kapitalist toplumda zamandan iktisat yasasının işleyişi, giderek daha çok emek zamanının değer biçimine dönüşerek sermayeye katılması sonucunu verir. Kapitalist toplumda zenginlik, başkalarına ait emek zamanının değer biçimi altında gasbedilmesi olarak görünür.

Komünal toplumdaki zenginlik ise kapitalist toplumdaki gibi değere dönüşen yabancılaşmış emek zamanı birikimine dayalı değildir. Komünal toplumdaki zenginlik, toplam komünal emek zamanın giderek azalmasına ve bu sayede her komünal bireyin serbest zamanının büyümesine dayalı yeni tarz bir zenginliktir:

Emek zamanı, mübadele değeri ortadan kaldırılsa bile, daima zenginliğin yaratıcı özü ve zenginlik üretiminin maliyet ölçüsü olarak kalacaktır. Fakat, hem ürünlerin tadının çıkarılmasına, hem de serbest faaliyet yapılmasına yaradığı için serbest zamanın, (keyfince – YZ) kullanılabilir zamanın kendisi zenginliktir. Serbest faaliyet, emek faaliyetinden farklı olarak, yerine getirilmesi gereken ve herkesin kendi eğilimine göre yerine getirilmesini doğal zorunluluk ya da toplumsal görev saydığı serbestlik dışı bir amacın baskısı altında değildir.” (K. Marks, Artı-Değer Teorileri, İng., c. 3, s. 257.)

Komünal toplumda emek alanı

Emek faaliyeti, doğanın insana ebediyen dayattığı bir zorunluluk olarak, insanlığın bütün aşamalarında varlığını sürdürecektir:

“Emek süreci, insan ile doğa arasında madde alışverişi sağlamanın zorunlu koşuludur. Emek süreci, insanın varoluşuna doğanın dayattığı ebedî koşuldur. Bu nedenle de emek süreci, insanın varoluşunun bütün toplumsal aşamalarından bağımsızdır, ya da daha doğrusu, bütün toplumsal aşamalarda ortaktır.” (K. Marks, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 179.)

Komünal toplumun hiçbir aşamasında, doğanın dayattığı bir koşul olarak emek faaliyetinin zorunluluğu ortadan kalkmaz. Çünkü insan, “bütün toplum biçimlerinde ve akla gelen bütün üretim tarzlarında” “ihtiyaçlarını karşılamak, yaşamını sürdürmek ve yeniden üretmek için doğayla boğuşmak” zorundadır:

“Aslında özgürlük âlemi, ancak, ihtiyaçlar ve günlük kaygılar tarafından dayatılan emeğin bittiği yerde başlar. Demek ki özgürlük âlemi, eşyanın doğası gereği, fiili maddi üretim alanının dışındadır. Nasıl ki vahşi insan, ihtiyaçlarını karşılamak, yaşamını sürdürmek ve yeniden üretmek için doğayla boğuşmak zorundaysa uygar insan da aynısını bütün toplum biçimlerinde ve akla gelen bütün üretim tarzlarında yapmak zorundadır. İnsanın gelişmesiyle birlikte ihtiyaçları da artacağı için, bu doğal ihtiyaçlar âlemi de genişler. Ama aynı zamanda bu ihtiyaçları karşılayan üretici güçler de artar. Bu alandaki (maddi üretim alanındaki – YZ) özgürlük, sadece, toplumsallaşmış insanın, yani birleşmiş üreticilerin doğayla alışverişi rasyonel biçimde düzenlemelerinden, doğa ve onun kör güçlerince güdülmek yerine doğayı ortak denetimleri altına almalarından, bunu en az enerji harcayarak ve insan doğasına en uygun ve en layık koşullarda yapmalarından ibarettir. Ama bu, yine de bir ihtiyaçlar âlemi olarak kalır. İhtiyaçlar âleminin ötesinde, kendi içinde bir amaç olarak insan gücünün gelişmesi, yani gerçek özgürlük âlemi başlar. Gerçek özgürlük âlemi, ancak, ihtiyaçlar âlemini temel alarak gelişebilir.” (K. Marks, Kapital, İng., c. 3, s. 820.)

Emek faaliyeti, kapitalist toplumda da komünal toplumda da doğanın insana dayattığı ebedî koşul olarak varlığını sürdürür. Ancak fark şuradadır ki, kapitalist toplumdaki emek faaliyeti özel mülkiyet, mübadele, meta, değer, para, piyasa, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişkilerin tahakkümü altında cereyan eder. Komünal toplumdaki emek faaliyeti ise insanı insanlıktan çıkaran bu gibi nesnel bağımlılık ilişkilerinden kurtulmuştur. Emek faaliyeti artık komünal üreticilerin ortak denetimi altındadır. Komünal üreticiler, artık “en az enerji harcayarak ve insan doğasına en uygun ve en layık koşullarda” üretim yaparlar.

İnsan, emek faaliyeti sayesinde kendini insan olarak geliştirir. Ne yazık ki, sınıflı toplumlarda emek faaliyetinin insana aykırı koşullar altında yapılması, emek faaliyetini insanı geliştiren faaliyet olmak yerine, insana dışarıdan zorla dayatılan bir eziyet hâline getirmiştir. Öyle olduğu için de çalışmamak, “özgürlük ve mutluluk” olarak algılanmıştır.

Komünal toplumda ise emek faaliyeti insana layık koşullarda yapıldığı için, emeğin insanı insanlaştıran niteliği özgürce serpilip gelişir. Komünal insan, emek süreci içinde kendi insani özünü geliştirerek nesnelleştirir, böylece kendi yaratmakta olduğu dünyada kendi insanlığını görür.

Komünal toplumda emek faaliyetinin insanı kendinden hoşnut kılan bir faaliyet hâline gelmesi, emek faaliyetinin oyun, eğlence hâline gelmesi demek değildir. Emek faaliyeti, her zaman gayet ciddi ve yoğun çalışma demektir:

“Emek tarihsel biçimlerinde, yani köle emeği, serf emeği ve ücretli emek biçimlerinde daima itici, daima dışarıdan zorla dayatılmış emek olarak görünür. Bunun karşısında çalışmamak ise ‘özgürlük ve mutluluk’ olarak görünür. … Fourier’in safça hayal ettiği gibi, emek oyun, eğlence hâline asla gelmez. Beste yapmak gibi gerçekten özgür çalışma, aynı zamanda, lanet olası bir ciddiyet ve son derece yoğun bir gayret gerektirir.” (K. Marks, Grundrisse, 1857-1858, çev. Martin Nicolaus, İng., s. 611.)

İnsanı parçalayan iş bölümü

Devletli sosyalizm safsatasını Marks’a bağlamak için şöyle bir argüman kullanılır:

– Devlet iş bölümüyle birlikte ortaya çıkmıştır, o hâlde iş bölümüyle birlikte ortadan kalkacaktır.

– Marks, komünist toplumun birinci aşamasında iş bölümünün varlığından söz etmiştir.

– Mademki komünist toplumun birinci aşamasında iş bölümü vardır, o hâlde devlet de vardır.

Yukarıdaki birinci önerme doğrudur. Yukarıdaki ikinci önerme de doğrudur. Ama bu iki doğru önermeden çıkarılan sonuç yanlıştır.

Kullanılan akıl yürütme, birinci önerme ile ikinci önerme arasında iş bölümü lâfzı üzerinden bir mantıksal ilişki kurmaktadır. Her iki önermedeki iş bölümü lâfzı eğer aynı anlama gelseydi, kurulan mantıksal ilişki ve çıkarılan sonuç doğru olurdu. Ama iş bölümü lâfzı, her iki önermede farklı anlamlarda kullanılmıştır. O hâlde, yukarıdaki akıl yürütme elma ile armudu aynı sayarak işlem yaptığı için hem işlemin kendisi hem de çıkarılan sonuç yanlıştır.

İkinci önermede geçen iş bölümü lâfzı, üretim faaliyeti içindeki değişik işlerin insanlar arasında dağılımını anlatır. Üreticilerin üretim sürecinde birbirleriyle iş birliği ve iş bölümü yapması, üretim faaliyetinin doğası gereğidir.

Birinci önermedeki iş bölümü ise yabancılaşmış faaliyetin çeşitli yaratımlarından biridir. Marks, bu bağlamdaki iş bölümünü, özel mülkiyet ve mübadele ile şöyle ilişkilendirir:

“İş bölümü ve özel mülkiyet özdeş deyimlerdir: Aynı şey, birincisinde faaliyete referans verilerek ifade edilirken, ikincisinde bu faaliyetin sonucuna referans verilerek ifade edilmektedir.” (K. Marks, F. Engels, “Alman İdeolojisi”, 1845-1846, MESE, İng., c. 1, s. 34.)

“Mübadele ile iş bölümü karşılıklı olarak birbirini koşullar. … Mübadele değeri ve para tarafından dolayımlanan mübadele, üreticilerin birbirlerine çok yönlü bağımlılığını, ama aynı zamanda, her üreticinin özel çıkarlarının birbirlerinden tamamen yalıtılmışlığını ve toplumsal iş bölümünü öngörür. Bunların birliği ve karşılıklı birbirlerini tamamlaması, âdeta bir doğa ilişkisiymişçesine bireylerden bağımsız ve bireylerin dışında gerçekleşir.” (K. Marks, Grundrisse, 1857-1858, çev. Martin Nicolaus, İng., s. 158.)

Sosyalist toplumsal devrim, işlevsel anlamdaki iş bölümünü değil, fakat toplumsal yarılmanın dayattığı iş bölümünü, yani insanı parçalayan iş bölümünü ortadan kaldıracaktır.

Marks aşağıda, kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanım değerleri üreten bir köylü ailesi örneği vererek, komünal toplumdaki doğrudan toplumsal emeği zihinlerde canlandırmaya çalışır. Marks, verdiği bu örnekte, iş bölümü lâfzını işlevsel anlamda kullanır:

“Ortak ya da doğrudan birleşmiş emeğe (doğrudan toplumsal emeğe – YZ) örnek vermek için, bütün uygar kavimlerin tarihinde gördüğümüz o spontane gelişmiş biçime (ilkel komünal topluluklara – YZ) kadar geri gitmemize gerek yoktur. Kendi evinde kullanmak için, tahıl, sığır, iplik, keten bezi ve giyecek üreten bir köylü ailesinin ataerkil sanayii hemen yakınımızdadır. Bu farklı üretimler ailenin nazarında emeklerinin çeşitli ürünleridir. Bunlar aile içinde meta değildir. Değişik ürünler veren toprak sürme, hayvan bakımı, iplik eğirme, dokuma ve elbise dikme gibi farklı emek çeşitleri, bizatihi o hâlleriyle, doğrudan toplumsal işlevlerdir: Çünkü ailenin işlevleri de aynen meta üretimine dayanan toplumda olduğu gibi, spontane gelişmiş bir iş bölümü sistemine sahiptir. Aile içinde işin dağılımı, aile üyelerinin emek zamanlarının düzenlenmesi, mevsimlere göre değişen doğal koşullara bağlı olduğu kadar, yaş ve cinsiyet farkına da bağlıdır. Her bireyin işgücü, doğallıkla, ailenin işgücünün tamamının sadece belirli bir bölümüdür. Bu nedenle, bireysel işgücü harcamasının süresine göre ölçülmesi, hâliyle, aile üyelerinin emeklerinin toplumsal niteliğini ortaya koyar.” (K. Marks, “Metaların Fetişizmi ve Bunun Sırrı”, Kapital, 1867, İng., c. 1, s. 82.)

Üretimin “ortak ya da doğrudan birleşmiş emek”le yapıldığı komünal toplumdaki iş bölümü ile üretimin yabancılaşmış emekle yapıldığı kapitalist toplumdaki iş bölümü apayrı dünyalara aittir. Komünal toplumdaki özgür bireylerin kendi komünal iradeleriyle yaptıkları işlevsel iş bölümü, bilinçlidir, gönüllüdür. Kapitalist toplumdaki insanı parçalayan iş bölümü ise insanların kontrolü dışındaki yabancılaşmış faaliyetin bir dayatmasıdır. 

İş bölümüne kölece boyun eğme

Geleceğin özgür faaliyeti henüz ortaya çıkmadığı için, geleceğin dört başı mamur teori ve dili de henüz yaratılmamıştır.

Mevcut kavramlar, geleceğin özgür dünyasını tasvir etmede yetersiz kalır. Çünkü mevcut faaliyetin kavramlarıyla henüz ortaya çıkmamış olan faaliyeti hakkıyla ifade etmek mümkün değildir. O hâlde, pratik dönüşüp daha iyi kavramlar, daha dakik terimler üretilinceye kadar mevcut dilin olanaklarını kullanan metaforik anlatımlara başvurma zorunluluğu vardır.

Bu zorunluluktan ötürü Marks, komünal topluma değinen yazılarında, bugünün kavramlarına şöyle bir çarpıp geçme yoluyla sık sık metaforlara başvurmuştur. Örneğin aşağıda geçen “iş bölümüne kölece boyun eğme” ibaresi böyle bir metafordur:

“Komünist toplumun daha yüksek bir aşamasında, bireyin iş bölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte zihinsel emek ile fiziksel emek arasındaki antitezin ortadan kalkmasından sonra, emeğin sadece yaşam aracı değil, fakat yaşamın en önemli gereksinimi hâline gelmesinden sonra, bireyin her yönüyle gelişmesiyle birlikte üretici güçlerin de artması ve kooperatif zenginliğin bütün pınarlarının gürül gürül akmasından sonra, işte ancak o zaman burjuva hakkın dar ufku bütünüyle aşılmış olacak ve toplum sancaklarına şunu yazabilecektir: Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!”

“Kölece boyun eğme” benzetmesi bugünkü koşullar için de kullanılır. Hâlbuki köle kavramını yaratıp dile sokan faaliyet tarzı, yani kölelik düzeni çoktan tarih olmuştur. Dolayısıyla, “kölece boyun eğme”, “kölece çalışma” gibi tasvirlerde geçen köle lâfzının bugünkü maddi yaşamda bir karşılığı yoktur. Demek ki, bu gibi eskiye gönderme yapan tasvirler metafor olarak kullanılmaktadır.

Bugünkü yabancılaşmış faaliyet içindeki yalıtık bireyler için kullanılan boyun eğme hâli ile komünal toplumun birinci aşaması içindeki komünal bireyler için kullanılan boyun eğme hâli, birbirinden niteliksel olarak tamamen farklıdır. Çünkü her iki durumda, karşısında boyun eğilen olgular birbirinden tamamen farklıdır:

Bugünkü tersine dönmüş dünyada yalıtık bireylerin karşısında boyun eğdikleri olgu, kendi yabancılaşmış faaliyetleriyle yarattıkları insana aykırı toplumsal ilişkilerin otonom gücüdür. Bunlar özel mülkiyet, meta, değer, para, pazar gibi, tâbiri caizse, insan yapımı toplumsal güçlerdir.

Komünal toplumun birinci aşamasındaki komünal bireyler ise insanların kendi yabancılaşmış faaliyetleriyle yarattıkları sapkın toplumsal güçlerden kurtulmuş bireylerdir. Ne var ki, komünal toplumun birinci aşamasındaki komünal üretici güçler, henüz “bireylerin doğuştan gelen yeteneklerinin ve dolayısıyla üretici kapasitelerinin eşitsizliğini” önemsiz kılacak kadar gelişmiş değildir. Komünal toplumun birinci aşamasındaki komünal bireyler, insana aykırı toplumsal ilişkilerin tahakkümünden kurtulmuşlardır ama kendi üretici güçlerinin sınırlamalarından henüz kurtulamamışlardır.

Komünal toplumun birinci aşamasındaki üretici güçler, komünal bireylerin komünal işler arasında, özellikle zihinsel ile fiziksel işler arasında serbestçe dolaşmasını mümkün kılacak kadar gelişmiş değildir. Üretici güçlerin en önemli unsuru olan insanın üretici kapasitesi hâlâ yeterince gelişmiş değildir.

Bu yetersizlikler nedeniyle, komünal toplumun birinci aşamasındaki komünal bireyler, “doğuştan gelen yeteneklerinin ve dolayısıyla üretici kapasitelerinin eşitsizliği”ni dikkate alan iş bölümüne boyun eğmek durumundadırlar. Buradaki boyun eğme, yalıtık bireylerin kendi yabancılaşmış faaliyetleriyle yarattıkları insana yabancı, insandan bağımsız toplumsal güçlere boyun eğmesi değil, fakat komünal bireylerin “doğuştan gelen … üretici kapasitelerinin eşitsizliği”ne boyun eğmesidir.

Kapitalist toplumdaki yabancılaşmış faaliyetin, otonom toplumsal güçlere dönüşerek insana dayattığı, insanı parçalayan iş bölümü başka şeydir. Komünal toplumun birinci aşamasında komünal bireylerin üretici kapasitelerindeki eşitsizliğin bilincinde olarak akılcı ve gönüllü iş bölümü yapmaları başka şeydir.

Komünal toplumda insana yabancı, insandan bağımsız toplumsal güçlerin insanları tahakküm altına alması yoktur. Komünal bireyler, kapitalist toplumdaki insana aykırı toplumsal güçlerin tahakkümünden kurtulmuş olmak anlamında özgürdür.

Komünal emeğin üretici güçleri geliştikçe, üretici güçlerin getirdiği sınırlamalar temelinde yapılan komünal iş bölümüne “kölece boyun eğme” zorunluluğu da giderek ortadan kalkacaktır. Ancak bu, komünal toplumun birinci aşamasının bitişinden sonra komünal iş bölümünün ortadan kalkacağı anlamına gelmez.

Emek faaliyeti, bütün toplum biçimlerinden bağımsız olarak, doğanın insana ebediyen dayattığı bir zorunluluktur. Çünkü emek faaliyeti olmaksızın insan ile doğa arasında alışveriş olmaz, dolayısıyla yaşam olmaz. O hâlde, doğanın dayattığı bir zorunluluk olarak komünal toplumun her aşamasında emek faaliyeti olacağına göre, komünal emeğin örgütlenmesi, yani komünal üreticiler arasında iş birliği ve iş bölümü de hep olacaktır.

Komünal bireylerin çok yönlü gelişerek komünal toplumun ilerideki aşamalarında farklı komünal işleri yapabiliyor hâle gelmeleri, yapılan her bir işin farklı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Komünal toplumda ihtiyaçlar giderek çeşitlendikçe, işler de çeşitlenecektir. Özgürce birleşmiş doğrudan üreticilerin komünal iradesi odur ki, komünal işgücünü bu çeşitli işler arasında insanı ve doğayı en geliştirici biçimde paylaştıracaktır.

Komünal insanlığın kurucu temeli 

Marks, ekonomi politiği eleştirirken yaptığı teorik çıkarsama ve karşılaştırmalarda, sık sık komünal geleceğe değinmiştir. Örneğin aşağıda, komünal topluma şöyle referans vermiştir:

“Bireysel ürün ya da faaliyetlerin önce mübadele değerine, paraya çevrilme zorunluluğu … üretimin doğrudan toplumsal olmadığını, emeği üyeleri arasında dağıtan bir ‘birliğin yaratımı’ olmadığını … kanıtlar.” (K. Marks, Grundrisse, 1857-1858, çev. Martin Nicolaus, İng., s. 158.)

Mevcut insana aykırı dünyada üretim sırasında harcanan emek, doğrudan toplumsal emek değildir. Mevcut dünyadaki meta, değer, para, pazar gibi sapkın toplumsal ilişkilerin işlevi, başlangıçta toplumsal olmayan üretimleri ve o üretimleri yapan özel emekleri daha sonra sapkın bir toplumsallaşma değirmeninde öğüterek “toplumsal” kılmaktır.

Hâlbuki üretim daha baştan toplumsal olsaydı, yani üretim “emeği üyeleri arasında dağıtan bir ‘birliğin yaratımı’” olsaydı, meta, değer, para, pazar gibi dolayımlara hiç gerek kalmazdı.

Emeği üyeleri arasında dağıtan birlik, komün demektir. Komünlerin varlığı durumunda, emek daha baştan toplumsal, yani komünal emek olarak vazedilir. O zaman, “bireysel ürün ya da faaliyetlerin önce mübadele değerine, paraya çevrilme zorunluluğu” ortadan kalkar. Demek ki, meta, değer, para, pazar gibi insana aykırı toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmanın yolu, üretimi komünal emekle yapmak, yani komünal üretime geçmektir. Komünal üretimin temeli komün hâlinde varoluştur:

“Üretimin komünal niteliği, ürünü daha baştan komünal, genel ürün yapacaktır. Üretimde gerçekleşen ilk mübadele, -ki bu mübadele, mübadele değerleri mübadelesi değil, fakat komünal ihtiyaçlar ve komünal amaçlar tarafından belirlenen bir faaliyetler mübadelesidir-, bireyin daha baştan komünal ürünler âleminde pay sahibi olmasını getirecektir.

“Mübadele değerleri temeli üzerinde emek, ancak mübadeleden geçerek genel (toplumsal – YZ) emek hâline gelir. Fakat öteki temel (komünal temel – YZ) üzerinde ise emek, mübadeleden önce genel emek olarak vazedilir. Yani, bireylerin toplumsal üretimden pay alışı asla ürünlerin mübadelesi yoluyla dolayımlanmaz.

“Dolayım tabii ki olmak zorundadır. Birinci durumda, özel bireylerin bağımsız üretiminden hareket ederiz … ki dolayım, meta mübadelesi, mübadele değeri ve para yoluyla gerçekleşir. Bunların hepsi de aynı ilişkinin çeşitli ifadeleridir.

“İkinci durumda, önvarsayımın kendisi dolayım hâline gelmiştir, yani komünal üretim önkoşuldur; komünallik (komün hâlinde varoluş – YZ) üretimin temelidir. Bireyin emeği daha baştan toplumsal emek olarak vazedilmiştir. Dolayısıyla, ürettiği ya da üretilmesine yardım ettiği ürünün tikel biçimi ne olursa olsun, emeği ile aldığı şu ya da bu ürün değil, fakat komünal üretimden belli bir paydır. Bu nedenle, mübadele edilecek tikel bir ürünü yoktur. Ürünü bir mübadele değeri değildir. Ürünün genel bir nitelik kazanması için, önce ayrı bir tikel biçime dönüştürülmesi gerekmemektedir. Mübadele değerlerinin mübadelesinde zorunlu olarak ortaya çıkan iş bölümü yerine, bireyin komünal tüketime katılması sonucunu doğuran emeğin örgütlenmesi vardır.

“Birinci durumda üretimin toplumsal niteliği, ancak ürünlerin mübadele değerine çevrilmesi ve bu mübadele değerlerinin mübadelesi yoluyla post festum vazedilir.

“İkinci durumda üretimin toplumsal niteliği önvarsayılmıştır. Ürünler âleminden pay alış, tüketime katılış, birbirlerinden bağımsız emeklerin ya da emek ürünlerinin mübadelesi yoluyla dolayımlanmaz. Tüketime katılış, bireyin içinde faaliyet gösterdiği toplumsal üretim koşulları yoluyla dolayımlanır.” (K. Marks, Grundrisse, 1857-1858, çev. Martin Nicolaus, İng., s. 171-172.)

Marks’ın ekonomi politik eleştirileri en sonunda şu belirlemelere varır:

İnsana aykırı toplumsal ilişkileri doğuran en derindeki gerçeklik, toplumun yarılmış olması yüzünden üretimin yabancılaşmış emekle, yani komünal olmayan emekle yapılmasıdır.

Tarihsel olarak toplumsal yarılma, doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının ilkel komünal topluluklardaki doğal birliğinin inkâr edilmesiyle başlamıştır. O hâlde, bu tarihsel inkâr inkâr edilirse, yani doğrudan üreticiler ile üretimin maddi koşullarının yeniden birliği sağlanırsa toplumsal yarılma giderilecek, böylece özel mülkiyet, meta, değer, para, pazar, ücretli emek, sermaye gibi insana aykırı toplumsal ilişkiler ortadan kalkacaktır.

Toplumsal yarılmanın giderilmesi, komün hâlinde birliğin gerçekleştirilmesi demektir. Komünal birlikler, komünal insanlığın kurucu temelidir.

Leave a Reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.